
17
Ağustos 1999’u Hatırlıyoruz
İki gün
önce 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin
19’uncu yıldönümünü yaşadık. Milletçe deprem şehitlerimiz ve kayıplarımızı
rahmetle andık. Depremden en büyük zararı gören devlet kurumu şüphesiz
Donanmamız oldu. Cumhuriyet Donanması, Marmara depremi ile savaşmadan insan
gücü ve alt yapısında büyük yıkım yaşadı. Görevdeki 420 personel kaybedildi,
307 personel yaralandı. 302 personel de birinci derece yakınlarını kaybetti.
Deprem neticesinde Donanma Komutanlığı binası, suüstü eğitim merkezi ve Gölcük Tersanesinin inşa kızakları gibi
stratejik yerler yıkıldı.
Donanma Halk İşbirliği. Donanma
personelinin -gerek gemidekiler gerekse karada çalışanlarıyla- arama ve
kurtarma faaliyetlerinde sergilediği olağanüstü gayretler de tarihin bu trajik
sahnesine kaydedildi. Varoluş nedenleri savaşta gemi içi yangın ve su
baskınları ile mücadeleye yönelik eğitim alan savaş gemilerinin personeli
günlerce enkaz kaldırma ve can kurtarma faaliyetlerine katıldı ve harikalar
yarattı. Türkiye’nin dört bir yanından bu doğa felaketinin yaralarını sarmaya
gelenlerle omuz omuza mücadele veren Donanma personeli onları asla unutmadı.
Deprem anında henüz bir haftalık Donanma Kurmay Başkanlığı görevinde bulunan
Tümamiral Mustafa Özbey’in eşi Ressam Münire Özbey 2003 yılında yayınladığı ‘’...Geride Resimler Kaldı.’’ İsimli
otobiyografisinde (Yorum Sanat Yayınları 2003) depremde yaşadıklarını değişik
düz yazı denemeleri ile anlatmış. Yeşil Zemin ve İş Makinası isimli yazılarını
okuyucularla paylaşmak isterim.
Yeşil zemin. Nedenini tam kestiremiyorum ama, bugün çok
kırılganım. Bahçemizdeki çadırlar söküldü. Depremzedelere psikolojik yardım
için gelenler birkaç gün önce ayrıldılar Gölcük’ten ve bahçemizden. Belki de
içine düştüğüm boşluk, bahçemizde gözümün alıştığı o çadırların artık
yerlerinde olmamaları yüzünden. Gittiler. Ben dahil kaç ruhu tedavi ettiler,
ilaç oldular bilemiyorum. Bugün tüm gayretime rağmen başlayamadım resim
yapmaya. Boş tuvalin önünde ne kadar saat bir
fırça sürmeden oturduğumu hatırlamıyorum. Kendimi bahçeye zor attım. Belli ki bugün
benden resim çıkmayacak. Boşalan bahçede çıplak ayakla avare yürüyorum.
Kırılganım. Körfezin karşı yakasında depremde yanan TÜPRAŞ’ın
kararmış silueti. Tepedeki martılar kendi hayat kavgalarında. Onlar için sanki
deprem hiç olmamış. Başını sokacak damı olmayanlar için deprem ne gam !
Martıların depremi denizin tükenmesi olsa gerek. Ben onları gözlerken
içlerinden biri daldı bile körfezin sularına. Günlük rızkını kapmak için.
Bahçede sökülen çadırların kazık yerleri hala taze. Çıplak ayakla yürürken,
beynimde her bir çadırı bahçeme yeniden yerleştiriyorum. O güzel insanları
tekrar yaşatıyorum kafamda. Hayat böyledir işte. Doktor hastasını bir yere
kadar tedavi eder. Tedavinin geri kalanı hastanın kendi yaşama kararından başka
nedir ki ? Onlar görevlerini yaptılar. Sessizce girdiler depremzede yaşamlarımıza.
Aynı şekilde sessizlikle ayrıldılar. Bizi bize bırakarak. Kaçımız başaracağız,
kendi kendimizi tedavi etmeyi bilemiyorum ama, mutlaka başarmalıyız. Tıpkı
martılar gibi, bir yerden başlamalıyız. Bir yerden başlamalı hayat, deniz
tükenmedikçe. Bu düşüncelerle toparlanıp üst kata çıkıyorum. Saatlerce
karşısına geçip baktığım tuvale, hiç vakit geçirmeden yeşil bir zemin
yerleştirmeye başlıyorum. Bahçemden esinlenerek, bu güzel insanların anısına...
Bir İş Makinası. Donanmanın tüm personeli olağanüstü bir
çabayla enkaz kaldırma çalışmalarına başlarlar. İş makinalarının yetersizliği
gemilerden getirilen personel ve malzeme ile kısmen giderilmeye çalışılır.
Araba farlarının aydınlattığı enkazların üzerinde, alttaki canlara bir an önce
ulaşabilmek için muazzam bir gayret vardır. Ancak gecenin örttüğü felaketin
boyutu, günün ağarması ile birlikte gözler önüne serilir. Karşılaşılan
manzaranın korkunçluğu anlatılır gibi değildir. Bunu gören donanma personeli içlerindeki
derin acıyı bastırarak, tüm güçleriyle ne yapılması gerekiyorsa onu yaparlar. Bu
gayret yalnız askeri üs içinde yıkılan binalarla sınırlı değildir. Gemilerin
oluşturduğu ekipler askeri üs dışındaki yıkıntılarda da çalışırlar, var
güçleriyle. Günün ilk ışıkları ile birlikte Donanma Karargahı önünde kurulan afet
merkezine bir kadın gelir. Kırlaşmış saçları darmadağın, üstü başı da öyle. Ayakları
çıplak. Belli ki bir şekilde enkazın altından çıkmış. Eşim Mustafa’ya yalvararak
şunları söylemiş: ‘’Ne olur bana
yardım edin. Tek çocuğum enkaz altında. Askerleriniz yardım ediyor. Ama
çocuğuma ulaşmak için beton kolonun bir iş makinesiyle kaldırılması lazım. Kocam
öldü. O benim tek varlığım, yalvarırım evime bir iş makinesi gönderin.’’
İfadenin, sözün, nefesin her şeyin tükendiği bir an. Kimsenin asla yaşamak
istemeyeceği, kötü bir karar anı. Mustafa çok derin bir üzüntüyle, elde
olmadığından, bir iş makinesi veremediği kadını, yanına bir astsubay
görevlendirerek Gölcük kaymakamına gönderiyor, umutsuz bir şekilde. Olayı daha
sonra bana şöyle anlattı: ‘’O astsubaya
görevin sonucunu bana rapor et bile
diyemedim. Kaymakamın yapacağı çok fazla bir şey olmadığını da biliyordum. Yaşadığımız
bunca acılara rağmen bu olayı bugüne kadar aklımdan atamıyordum. O kadın hep
rüyalarıma giriyordu. Bir şey yapamama duygusu beni eziyordu. Bugün afet
merkezine o kadın geldi. Yanındaki tek varlığı ile birlikte! Teşekkür etmek
için. Kaymakama gittiklerinde, Kaymakam Gölcük’e tam o anda gelen bir iş
makinasını hemen kadıncağızın evine göndermiş. Kadın yanımdan ayrıldıktan sonra
17 Ağustos’tan beri gözlerimi kaçırdığım astsubayı ve hemen çağırdım ve
yanaklarından öperek ona teşekkür ettim. ‘’
Hayat Devam
Ediyor. Sayın
Münire Özbey, binlerce depremzededen biriydi. Donanmanın deprem sonrası
toparlanmasında olağanüstü gayretleri olan eşinin anlattıklarından donanmanın
yere düştüğünde ne kadar hızlı ayağa kalktığını görmüştü. Deprem üzerinden 19
yıl geçti. Bu sürede donanma iki büyük deprem daha yaşadı. Birincisi Balyoz
depremi ile FETÖ kumpasları sonucu bir gecede onlarca amiral ve yüzlerce
subayın kaybedilmesiydi. İkinci deprem Türk tarihinin kaydettiği en büyük
ihanet olan 15 Temmuz ihanetiydi.
Donanma bu depremleri de atlattı. Cumhuriyet Donanmasının en önemli
özelliği buydu. Direnmek ve kazanmak. Emperyalizmin anlayamadığı da buydu. Bu
kadar büyük yıkım ve ihanetlere rağmen bir donanma nasıl ayakta kalabiliyordu?
Herhalde bunun en veciz cevabını Mustafa Kemal Atatürk vermiş: ‘’Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil
kanda mevcuttur.’’ Mustafa Kemal ruhu ile aydınlanan donanmanın asil kanı Mavi Vatanı korumaya her
koşul ve zamanda muktedir kalmaya devam edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder