
Zor
Zamanların Tek Reçetesi: Mustafa Kemal
Devletler aileler gibidir.
Mutlu, iyi, kötü ve zor zamanları olur. Umudun kaybolduğu, karamsarlığın hüküm
sürdüğü zamanlar olur. Diriliş zamanları olur. Hep merak etmişimdir. 93 Harbi
sonunda (1878) Rus ordusu Yeşilköy’e dayandığında İstanbul halkı nasıl bir ruh
hali içindeydi? Ya da Balkan Harbinde Bulgar Ordusu Edirne işgalinden sonra
Çatalca’ya kadar ilerlediğinde (1912) ne hissediyorlardı? 19. ve erken 20.
yüzyılın savaş sanatına yönelik ateş gücünün bugünkü yeteneklerle
kıyaslanamayacak düzeyde geri olduğu bir dönemde, tüm mesele disiplinli,
savaşçı ve ölmeye hazır insan gücüne bağlıydı. Birinci Dünya Harbinde cereyan
eden Verdun Savaşında 300 günde 300 bin Fransız ve Alman askeri ölmüştü. Günde
bin asker. Çanakkale Savaşlarında 10 ayda 130 bin asker hayatını kaybetmişti.
Hava Kuvvetleri gökyüzüne hakim olana kadar harplerde en büyük teknolojik
yetenek savaş gemisiydi. Ufkun ötesinden bir anda çıkıp gelip limanları devasa
topları ile yerle bir edebilirlerdi. Ancak kesin sonuç için kıyıya mutlaka
asker çıkarılmalı ve işgal gerçekleşmeliydi. Hegemon devletler kapitalizmin
emperyalizme geçiş döneminde bu yeteneği Çin’den Afrika’ya Güney Amerika’dan
Hindistan’a etkinlikle uygulayabildi. Donanmanın ateş gücüne, demir yollarının
ulaştırma gücü eklendiğinde kara asker
gücünün zamanla kıta içlerine sokulması ve başkentlerin işgali mümkün oldu.
Yenilmek ve Teslim Olmak Arasında Fark Vardır. Tarih boyunca teslim olmayan,
büyük kayıp ve acılara rağmen savaşmaya devam eden uluslar da oldu. Diğer bir
deyişle yenilen ama teslim olmayanlar tarihteki şerefli yerini aldı. 30 Ekim
1918 günü imzalanan Mondros Ateşkesinden 13 gün sonra İstanbul işgaline gelen
55 parçalık müttefik filoya bakarak Kartal istimbotu üzerinde ‘’Geldikleri
gibi giderler’’ diyebilen Mustafa Kemal bunu söylerken Türk milletinin
yenilebileceği ama asla teslim olmayacağını biliyordu. Daha uzaklara gidelim.
Yıllar önce TV’de seyrettiğim bir programda Avrupalı gazeteci Kuzey Vietnamlı
köylüye ‘’ABD’ye karşı nasıl kazandınız ?’’ diye sorduğunda verdiği
cevap çok anlamlıydı: ‘’Ölerek.’’
Yeni Nesil Savaşlardaki Durum. Bu örnekleri neden verdim.
Sosyal medya ve algı operasyonlarının da savaşın bir parçası olduğu
beşinci nesil savaşların yaşandığı
günümüzde hegemonya artık küresel çıkarları için kendi kanını dökmüyor.
Vekillerin (Proxy) kanını döküyor. Ancak vekil savaşları ile de kesin sonuç
alınamıyor. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye ortada. Hegemonya, siyaseti,
ekonomiyi ve hatta uluslararası hukuku savaşın aracı yapıyor. Günümüzün
ambargoları, ekonomik cezalandırma yöntemleri, tahkim mahkemeleri, kumpas
davalar, suni hükümet skandalları, kur operasyonları ganbot diplomasisinin
önüne geçmiş durumda. Rakip devletlerin iç siyasi ve ekonomik ortamının
şekillendirilmesi devletin ateş gücünün kullanılmasının önünde. Venezüella’da
ve İran’da yaşanan budur. Buradaki savaşın kazananı ateş gücünü en iyi kullanan
ya da kullanma niyetinde olan taraf değil. Ekonomik saldırılara dayanabilen,
refah azalmasına katlanabilenler.
Döviz Kuruyla Jeopolitik Mücadele. Bugün, Türkiye, döviz kur
operasyonu ile sonuçları jeopolitik olan bir mücadelenin içine çekilmiştir.
Aslında bu mücadele 15 Temmuz 2016 gecesi başlamıştır. Bugünkü ekonomik savaş
aşaması, başarısız olan FETÖ darbesinin bir devamıdır. Ülkemizden istenen
jeopolitik geri çekilmedir. Irak, Suriye, Doğu Akdeniz, Ege ve Karadeniz’deki
çıkarlarımızın terk edilmesidir. Avrasya yakınlaşmasının durdurulmasıdır. Bunun
hukuk sahasına bir yansıması da PKK ve FETÖ ile mücadelenin sonlandırılmasıdır.
Dolar Kuruna İndirgenen Milli Çıkarlarımız. Türkiye’nin 21’inci
yüzyıldaki kaderi dolar kuruna indirgenerek, gelecek kuşakların bir nevi sömürge vatandaşı
konumuna geriletilmesi dayatılıyor. Ne yapmalı? Partiler ve siyaset üstü bir
yaklaşımla devlet gemisinin karaya oturması önlenmelidir. Milletçe bu kurguya
direnilmelidir. Neoliberal tüketim ekonomisinin uyuşturucu etkisinden arınmalı
ve üreten, tasarruf eden Mustafa Kemal dönemi ayarlarına geri dönülmelidir.
Zira bu gemi karaya oturduğunda ayrı ayrı kazananı veya kaybedeni olmayacaktır.
Herkes kaybedecektir. Bu süreçte BRICS ülkeleri ile dayanışmaya girilmesi
mücadelenin en önemli unsuru olmalıdır. İç cepheye gelince. 2 yıl önce 15
Temmuz 2016 darbesinden bir hafta sonra yazdığım köşe yazısının son
paragrafındaki cümlelerimi iktidar ve muhalefetin beraberce devlet gemisinin rotasını açık denize
çevirebilmesi dileği ile tekrar edeyim:
‘’Bir kesim 15 Temmuz sonrasını
İkinci Kurtuluş Savaşı olarak adlandırıyor. Bu doğru bir tespittir. Türkiye
Avrupa Atlantik sistemin yönlendirmesi, devşirmesi, bilinçlendirmesi sonucu
yaşadığı bu kuşatmadan ancak post modern bir Kurtuluş Savaşı ile çıkabilir.
Önce devleti sarmış FETÖ kanserinden kurtulmalıyız. Daha sonra iktidar, tüm
kesimleri kucaklayarak liyakat, bilim ve aklı öne çıkaran yeni bir siyasi
sistemin önünü açmalıdır. Dinin ortak payda olamayacağı aksine düşmanlık ve
kutuplaşmayı artıracağı FETÖ’nün İslam
referanslı iktidara saldırması ile ortaya çıkmıştır. Bu zor dönemde Laiklik ve
Mustafa Kemalin çimento olarak kitleleri birleştirici özelliği sonuna kadar
kullanılmalıdır. Artık Türkiye’de sağcı solcu, dinci, laik, Türk, Kürt
ayrışması yapılmamalıdır. Her kesim milli düşünmeli ve gayri milli emperyal
cepheye tavır almalıdır. Milli cephenin bugüne kadar ölümsüz lideri Atatürk
olmuştur. Bugün 15 Temmuz suikastı sonrası,
iktidar partisini kendisine oy vermeyen milyonlarla asgari müşterekte
birleştirecek unsur, millici uyanışla devleti koruma refleksi ve Atatürk
olmalıdır. Zira dönemin koşulları Atatürk’ün emperyalizmle savaştığı koşullara
benzemektedir. Türkiye tarihsel tecrübesini kullanmalı ve kurucu ideolojinin
temellerine geri dönmelidir.’’
Bu
yazıyı Hintli yazar Tagore’nin mısraları ile tamamlayalım:
‘’Aklın korkmadığı, başının dik tutulduğu yerde/ Bilginin
özgürce dolaştığı yerde/ Taassubun dünyayı bölümlere ayırmadığı yerde/
Sözlerin, gerçeği derinliklerinden fışkırttığı yerde/ Sürekli mücadelenin
erdemleşmeye doğru kollarını uzattığı yerde/ Aklın insanı fikir ve eylemin daha
geniş saatlerine itelediği yerde Tanrım/ İşte o özgürlüğün gökleri altında
yurdumu uyar.’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder