27 Ağustos 2018 Pazartesi

26 Ağustos 1922: Bir Devin Uyanışı

Description: IMG_0131 




26 Ağustos 1922: Bir Devin Uyanışı
Gazi Mustafa Kemal, 20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra Akşehir’de Batı Cephesi Karargâhında Cephe Komutanı İsmet Paşa ve heyeti ile buluştu. Büyük taarruz öncesi son durum muhakemesi  için hazırdılar. 9000 subay kumandasındaki 200 bin er, Anadolu’nun son  savunmasında kınından çıkmış keskin bir kılıç gibiydi. 100 bin tüfek, 323 top; 230 kamyon/otomobil ile 30 uçakları  vardı. Sadece er sayısında Yunan ordusuna yakındılar. Mustafa Kemal, söz konusu asimetriyi ancak bir baskınla giderebilirdi. Sayıca ve silahça üstün bir kuvvete karşı sürpriz etki yaratılmalıydı. Baskın Afyon güneyinde Afyon - Çiğiltepe arasında 1. ve 4. kolordularla yapılacak, Kalecik Sivrisi ve Tınaztepe arasında düşman yarılacak, süvari kolordusu  saldırı öncesi Ahır dağını aşarak Sincanlı ovasına inecek ve düşmana İzmir yolunu kapayacaktı. Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1922 sabaha karşı Afyon Kocatepe’de sadece talihe değil, Türk milletinin üstün özellikleri ve asla esir edilemeyeceği gerçeğine güvenerek taarruz emrini verdi. Plan saat gibi işledi. Dumlupınar’da Başkomutanlık meydan muharebesi sonrası muzaffer Türk Ordusu için Mustafa Kemal, ‘’büyük vaveyla ile tarih sahnesine tekrar çıkan Türk ordusu’’ tanımını kullanmıştı. Artık dev uyanmıştı. 26 Ağustos sabahı, 0530’da Kocatepe’den gürleyen Türk topçu ateşinden 5 gün sonra zafere erişen Mustafa Kemal, 1 Eylül 1922 günü Başkomutan olarak savaşı sonlandıracak şu emri verdi:
     “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları, Afyonkarahisar Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde zalim ve mağrur bir ordunun esas unsurlarını inanılamayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz; sahibiniz olan büyük Türk milleti geleceğinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakârlıklarınızı yakından müşahede ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine delâlet etmek vazifemi mütemadiyen ve birbiri ardına ifa ediyorum. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri! ‘’
Bu emir, Anadolu’yu ve Türkleri tarih sahnesinden silen, Anadolu’yu açık denizlerden koparan Sevr zincirine karşı bir haykırış; Türklerin üzerine Yunanlıları süren emperyalizme büyük bir meydan okuyuştu. 9 Eylül sabahı Türk süvarileri 450 km uzaktaki İzmir’e girdi. Dünya askeri tarihinde dokuz günde bu kadar hızlı kat edilen bir mesafe olmadı.

Bu emir halen yürürlüktedir. 26 Ağustos 1922, bir başkaldırının kesin sonuçlu zafere dönüşümünün Türk topçu atışı ile başlayan doğum günüdür. Tarihimizin en büyük  işgal girişimi olan Çanakkale savaşları emperyalizme karşı Mustafa Kemal önderliğinde Türk ordusunun yenilmez direnişini ortaya çıkarmıştı. Ülkenin Mondros sonrası işgali yine onun iradesi ile bir varoluş savaşını tetikledi. Bu süreçte şüphesiz en büyük rolü emperyalizmin vekil devleti Yunanistan Krallığının Anadolu’yu işgali oynadı. 15 Mayıs 1919 günü 20 bin Yunan askerinin, İzmir’e çıkarak Anadolu’yu işgali bardağı taşırmıştı. Birinci Dünya Savaşında Gelibolu cephesinde ısrar ederek İngilizlerin mağlubiyetine neden olan Bahriye Bakanı Churchill, Çanakkale yenilgisinden 3 yıl sonra yaşanan İzmir’in işgal  kararının ne denli yanlış olduğunu hatıratında şu şekilde anlatıyor: (Winston S. Churchill, The World Crisis, The Folio Society, London, 2007.)
Bu meşum olayı, güzel bir Paris akşamında haber aldım ve dehşete düştüm. Benim Genelkurmaya bildirdiğim kişisel görüşlerim dikkate alınmamıştı. İngiliz askeri düşüncesindeki Türkler lehine olan tüm eğilimlere rağmen, kaynaklarımız hızla azalırken, bu kadar basiretsiz ve başımıza her türlü belayı getirecek bir eyleme müsaade etmelerini affetmek hiç mümkün değildi....Subaylarımız, ikişer, üçer Küçük Asya’nın her tarafında, Ateşkes çerçevesinde, ordularla, cephane ve silah teslimini gözetiyorlardı.... Teslim olmuş Türklerden büyük miktarda tüfek, makinalı tüfek, top, mermi kolaylıkla toplanıyordu. Türkiye yenilgiyi kabul etmiş ve bunu da hak etiğini düşünüyordu : ‘Cezalandırılacaksak, bunu dostumuz İngiltere yapsın’…Fakat bu noktadan sonra, Türk milleti anladı ki, ne Britanya ne de  General Allenby’e değil, yüzlerce yıldır nefret edip küçümsedikleri, her zaman dövdükleri Yunanistan’a itaat etmek zorundalar.  Tamamen kontrolden çıktılar. İngiliz subaylarının önce emirleri dinlenmedi, sonra hakaret edildi ve sonunda hayatlarını kurtarmak veya esaretten kurtulmak için kaçmak zorunda bırakıldılar...Toplanan bu büyük miktarda silah ve cephane bir hafta içinde tekrar İngilizlerden Türklerin kontrolüne geçti. Mustafa Kemal, ‘’Kaderin Adamı’’, İstanbul’daki Türk hükümetine isyan etmiş bir asi olarak, savaşçı bir prensin tüm niteliklerine sahip olduğu gibi,  artık iktidara da sahiptir… Yunanlıların Türkleri fethetmesi hiç bir Türkün kabul edebileceği bir kader yazgısı olamazdı... Hayallerle uyutulsa, cinayetlerle lekelense, kötü yönetimle çürüse, uzun yıkıcı savaşlarla, yenilgilerle sarsılsa ve İmparatorluğu parçalansa da Türk hala yaşıyordu.”
1922-2018 Benzerliği Bugün Akdeniz bağlamında Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konjonktür, 1922 Eylül’ünün Başkomutanlık direktifinin ruhunu gerekli kılmaktadır. Zira, Türkiye Batı tarafından her alanda kuşatılmaktadır. Bu kez asıl harekat alanı denizler olacaktır. Denize çıkış olan Kürdistan ve Doğu Akdeniz’den soyutlanmış bir Türkiye. Hedef mavi vatandır. Bu süreçte en büyük enstrüman Yunanistan’dır. Komşumuz 1919 yılında yaptığı büyük hatayı bugün de tekrar etmektedir. Hegemonyanın koruyucu şemsiyesi altında yanına Kıbrıslı Rumları da alan Yunanistan, geleceğini ve jeopolitik gerçekleri hiçe sayarak hareket etmektedir. Geçen hafta içinde FETÖ teröristlerine siyasi iltica hakkını tanıması Türkiye’ye karşı düşmanca tutumun son kertesini oluşturmuştur. Aynı günlerde ABD Kara Kuvvetleri Komutanının Güney Kıbrıs’ta İngiliz üslerinde incelemelerde bulunması; Rum tarafıyla yaptıkları toplantıda Kıbrıslı Rumlardan üs talep etmesi ve Türkiye aleyhindeki yorumların gündeme gelmesi kışkırtıcı bir tırmanmanın ip uçlarıdır.
Doğu Akdeniz çok büyük krizlere gebedir. Bu krizlere Türkiye’nin başta silahlı kuvvetleri ile büyük birik ve beraberlik içinde hazır olması gerekir. Nasıl ki ekonomik baskıların geleceği 16 Temmuz 2016 sabahından itibaren beklenmiş ve gerçekleşmiş ise, Doğu Akdeniz’deki kriz de geliyorum demektedir. Ekonomik baskılarla jeopolitik çıkarlarımızın feda edilmesi için baskılar artacaktır. Zaman kenetlenme zamanıdır. Bizi kenetleyecek tek çimentonun Mustafa Kemal olduğunu  buradan bir kez daha haykıralım. Bu haykırış sadece iktidara değil, ana muhalefet partisine de yapılmaktadır. Zaman sakin sularda tatlı su Atatürkçülüğü değil, fırtınalı sularda tuzlu su Kemalizm’inin zamanıdır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder