
Küresel Düzen Değişimi ve Büyük Savaş Tehdidi
Küresel çaplı düzen değişiklikleri
17. Yüzyıldaki Westphalia’dan bu yana daima büyük savaşlar sonunda ve denizdeki
güç dengesinin bozulması ile oldu. 21’inci yüzyılda küresel liderliğin
Avrupa-Atlantik sistemden Asya-Pasifik düzene geçme sürecinde dünya, büyük bir
savaşı bekliyor. Bunu hegemonyanın el değiştirme süreci teorileri ile izah
etmeye çalışanlar geçmiş dönem tarihsel örneklemelerini kullanıyorlar.
Büyük
Savaş Çıkma Olasılığı Düşük. Bu savaşın çıkma olasılığının düşük olduğunu
değerlendiriyorum. Bunun nedeni son büyük savaşın nasıl noktalandığında
saklıdır. ABD, Japonya’ya karşı nükleer silah
kullanmasa bu savaş mümkün denebilirdi. Bugün hem yükselen güç (Çin),
hem düşen güç (ABD) nükleer silahlara sahip. Ayrıca Rusya ekonomik boyutta
olmasa bile askeri boyutta düşen güç karşısında en önemli nükleer rakip olma
özelliğini koruyor. Bugün dünya, doğayı defalarca yok edecek yıkım ve
radyoaktif felaket, yani nükleer tehlike ile karşı karşıyadır. Çeşitli
nedenlerle nükleer güçlerin başlatacakları bir savaşın nükleer silahların
kullanılma aşamasına gelmeyeceğini garanti etmek imkansızdır. Böyle bir durumda
kazananı olmayan ve zaten endüstriyel kirlenme nedeni ile can çekişen doğanın
insanoğlunun sağlıklı yaşamına izin vermeyecek büyük boyutta ve on yıllarca
sürecek radyoaktif kirlenmeye maruz kalacağı açıktır. Bu sebepledir ki
1946-1989 arasında yaşanan soğuk savaşta ABD ve SSCB nükleer silahların
yarattığı karşılıklı garantilenmiş yıkıma (MAD) bağlı dehşet dengesi (balance
of terror) içinde topyekun savaşa gitmediler.
ABD
liderliği düşüşte. Çeşitli nedenleri var. Büyük güçler ancak yeterli kaynak ve ekonomik
üstünlükle hakimiyet sağlayabilir. ABD bugün her iki alanda da Çin’in zorlaması
ile karşı karşıya. Unutulmamalıdır ki aşırı askeri harcamalar tüm büyük
güçlerin çöküşünde en büyük rolü oynadı. ABD’nin özellikle 11 Eylül sonrası askeri ve finansal kaynaklarını jeopolitik hırs
ve askeri maceralar peşinde kullanması söz konusu gerilemeyi hızlandırdı. Her
kıtada ve neredeyse 70 ülkede 800 askeri
üs varlığı ile artan askeri harcamaları ABD’ye neticede somut başarı getiremedi.
ABD, 1999-2019 yılları arasında savunmaya kabaca 12 trilyon dolar harcadı. Alt
yapının tamamen yok edildiği, milyonların öldüğü Afganistan, Irak, Libya, Yemen
ve Suriye’de işgal ve rejim değişikliklerine rağmen istikrar sağlanamadı. ABD
gücünün özellikle soğuk savaş sonrası yeni dönemde Ortadoğu coğrafyasında
İsrail’in güvenliği ve geleceği için kullanılmasının yarattığı külfeti de bu
sürece eklemek gerekir. ABD vergi
mükelleflerinin bu külfete ne kadar daha
tahammül edeceği ayrı bir sorudur. Bugün ABD, İsrail faktörü olmasa İran’a bu
kadar kaynak ayırır mıydı?
El
Değiştirme Sancılı Olacak. Diğer yandan düşen güç ABD, liderliğin el
değiştirmesini geciktirecek her türlü önlemi alıyor ve alacaktır. Stratejist
Hüseyin Vodinalı’nın ifadesi ile küresel basınç artıyor. (https://www.aydinlik.com.tr/kuresel-basinc-artiyor-huseyin-vodinali-kose-yazilari-mayis-2019) Peki bu basınç büyük nükleer bir dünya savaşını tetikler mi? Hayır. Ne
dünya, ne doğa böyle bir savaşı kaldıramaz. Ayrıca Vietnam Savaşı sonrası 1973
yılından bu yana çok değerlenen Amerikan kanının bir anda ve büyük miktarda akmasına
Amerikan kamuoyunun hazır olmadığı da bir gerçektir. Bu nedenle oluşan basınç,
ekonomik yaptırımlar, ambargolar, ticaret
savaşları, vekalet savaşları, terör odaklı cezalandırma operasyonları,
darbeler, turuncu devrimler, asimetrik konvansiyonel güç kullanımları, mevcut
ittifak ve dostluk yapılarını bozmaya yönelik her türlü kumpas ve tertiplerle
azaltılacaktır. Bu sürece aslında Düşük Yoğunluklu Üçüncü Dünya Savaşı da
denebilir. Bu faaliyetlerin sonucunda toplam fayda bilançosu 21’inci yüzyılın
gelecek döneminde düşen gücün uygulanacak stratejilerini belirleyecektir. Bu
süreçte vekalet savaşları ve doğrudan Amerikan veya Avrupalı (bu gruba Kanada, Japonya,
Avustralya ve Yeni Zelanda da eklenebilir) kanının işgal odaklı kara savaşlarında
kullanılmasını asgaride tutacak yöntemler öne çıkacaktır. Teknolojik nimetler,
başta insansız hava araçları ile balistik ve gezginci füzeler çokça
kullanılacaktır. Bu kullanım Amerikan
askeri endüstriyel yapısının da kontrol edilemez iştahını tatmin edecektir. Şüphe
yok ki, ABD’deki
bu yapının ve neo-conların İkinci Dünya Savaşında olduğu gibi ‘’GI Joe’’ kanının dökülmesinden asla
rahatsızlık duymayacağını söyleyebiliriz. Ancak ABD’deki seçim sistemi ve her
şeye rağmen kamuoyunda az da olsa akil bir muhalefetin yer alması bu sonucu
engelliyor. (İlgi duyanların 2003 Irak müdahalesinin mimarı Dick Cheney’in Vice isimli Holywood filmini izlemesini
öneririm)
Hegemonya
Kendi Kanını Akıtır mı? Neticede hegemonyanın kendi askeri ile bedel
ödemeye hazır olup olmadığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Yani kendi kanını
dökmeden vekalet savaşları üzerinden ABD’nin jeopolitik hedeflere erişmesi artık çok zor. Bunu en iyi görenlerden
biri Çin. 4 Ocak 2018 tarihinde Çin Devlet Başkanı Xi Jingpin yaptığı bir
konuşmada ‘’silahlı kuvvetlerin harbe
hazır olmasını ve askerlerin ölümden korkmamaları gerektiğini’’ söylemişti. Diğer taraftan, teknolojik
gelişmeler artık ileri teknoloji silahların tekelini de düşen güç ABD’nin elinden
aldı. Dünya üzerinde füzeler, toplar, roketler ve güdümlü mermilerin yayılması
inanılmaz boyutlarda arttı. Bu durum, ulus devletlerin, batının kontrolü
dışında silahlanmasını hızlandırdı. Artık dünya üzerinde pek çok ülkenin
stratejik ve taktik sürpriz yaratabilecek uçakları, denizaltıları, modern
torpidoları, mayınları, gemiye karşı güdümlü mermi sistemleri ve SAM füzeleri
var. Amerikalı stratejist Andrew Krepinevich şunları söylüyor: “ABD, Afganistan ve Irak’ta hükümetleri
kolay devirdi, ancak uzun soluklu istikrar operasyonlarını başaramadı. Bunlar
hem çok masraflı oldu, hem de sonuçsuz kaldı… Artık yabancı bir ülke işgali çok
daha zor. Bunun temel nedeni dünya üzerinde füzeler, toplar, havan topları ve
güdümlü mermilerin yayılmasıdır.”
İran’da
Tetiği Çekmek. Sonuç olarak bulunduğumuz bölgeye dönersek, Pompeo ve Bolton başta
olmak üzere ABD halkının çıkarları yerine askeri endüstri, finans dünyası ve
enerji devleri ile İsrail’in bölgesel çıkarlarını koruyan ciddi savaş yanlısı
baskı gruplarına rağmen ABD’nin İran gibi bir ülkeyi doğrudan karşısına alması
ve tetiği çekmesi son derece büyük riskleri içeriyor. Şartlar çok zor. 22 Eylül
1980 günü Irak’ın sürpriz saldırısı ile başlayan ve 8 yıl süren İran - Irak
Savaşında 1 Milyona yakın İranlı hayatını kaybetti. Unutmayalım bu savaşta
Irak’ın arkasında başta ABD olmak üzere batılı devletler vardı. Savaşın özü
demir ve kandır. İran da bugün her ikisi de var. Ama en önemlisi İran halkı,
Türkler, Ruslar ve Çinliler gibi vatanları için ölmesini biliyor. Bu karmaşık
tabloda devletimiz her türlü kurum ve kuruluşu ile sürekli kriz ve çatışma
riski yaşanacak on yıllara hazır olmalıdır. Zira bu coğrafya hegemonyanın el
değiştirme sürecinin en kritik kanat alanı olacaktır.