26 Mayıs 2019 Pazar

Küresel Düzen Değişimi ve Büyük Savaş Tehdidi

Description: IMG_0131 




Küresel Düzen Değişimi ve Büyük Savaş Tehdidi
Küresel çaplı düzen değişiklikleri 17. Yüzyıldaki Westphalia’dan bu yana daima büyük savaşlar sonunda ve denizdeki güç dengesinin bozulması ile oldu. 21’inci yüzyılda küresel liderliğin Avrupa-Atlantik sistemden Asya-Pasifik düzene geçme sürecinde dünya, büyük bir savaşı bekliyor. Bunu hegemonyanın el değiştirme süreci teorileri ile izah etmeye çalışanlar geçmiş dönem tarihsel örneklemelerini kullanıyorlar.
Büyük Savaş Çıkma Olasılığı Düşük. Bu savaşın çıkma olasılığının düşük olduğunu değerlendiriyorum. Bunun nedeni son büyük savaşın nasıl noktalandığında saklıdır. ABD, Japonya’ya karşı nükleer silah  kullanmasa bu savaş mümkün denebilirdi. Bugün hem yükselen güç (Çin), hem düşen güç (ABD) nükleer silahlara sahip. Ayrıca Rusya ekonomik boyutta olmasa bile askeri boyutta düşen güç karşısında en önemli nükleer rakip olma özelliğini koruyor. Bugün dünya, doğayı defalarca yok edecek yıkım ve radyoaktif felaket, yani nükleer tehlike ile karşı karşıyadır. Çeşitli nedenlerle nükleer güçlerin başlatacakları bir savaşın nükleer silahların kullanılma aşamasına gelmeyeceğini garanti etmek imkansızdır. Böyle bir durumda kazananı olmayan ve zaten endüstriyel kirlenme nedeni ile can çekişen doğanın insanoğlunun sağlıklı yaşamına izin vermeyecek büyük boyutta ve on yıllarca sürecek radyoaktif kirlenmeye maruz kalacağı açıktır. Bu sebepledir ki 1946-1989 arasında yaşanan soğuk savaşta ABD ve SSCB nükleer silahların yarattığı karşılıklı garantilenmiş yıkıma (MAD) bağlı dehşet dengesi (balance of terror) içinde topyekun savaşa gitmediler.
ABD liderliği düşüşte. Çeşitli nedenleri var. Büyük güçler ancak yeterli kaynak ve ekonomik üstünlükle hakimiyet sağlayabilir. ABD bugün her iki alanda da Çin’in zorlaması ile karşı karşıya. Unutulmamalıdır ki aşırı askeri harcamalar tüm büyük güçlerin çöküşünde en büyük rolü oynadı. ABD’nin özellikle 11 Eylül sonrası  askeri ve finansal kaynaklarını jeopolitik hırs ve askeri maceralar peşinde kullanması söz konusu gerilemeyi hızlandırdı. Her kıtada ve neredeyse 70 ülkede 800  askeri üs varlığı ile artan askeri harcamaları ABD’ye neticede somut başarı getiremedi. ABD, 1999-2019 yılları arasında savunmaya kabaca 12 trilyon dolar harcadı. Alt yapının tamamen yok edildiği, milyonların öldüğü Afganistan, Irak, Libya, Yemen ve Suriye’de işgal ve rejim değişikliklerine rağmen istikrar sağlanamadı. ABD gücünün özellikle soğuk savaş sonrası yeni dönemde Ortadoğu coğrafyasında İsrail’in güvenliği ve geleceği için kullanılmasının yarattığı külfeti de bu sürece eklemek gerekir.  ABD vergi mükelleflerinin bu külfete ne  kadar daha tahammül edeceği ayrı bir sorudur. Bugün ABD, İsrail faktörü olmasa İran’a bu kadar kaynak ayırır mıydı?
El Değiştirme Sancılı Olacak. Diğer yandan düşen güç ABD, liderliğin el değiştirmesini geciktirecek her türlü önlemi alıyor ve alacaktır. Stratejist Hüseyin Vodinalı’nın ifadesi ile küresel basınç artıyor. (https://www.aydinlik.com.tr/kuresel-basinc-artiyor-huseyin-vodinali-kose-yazilari-mayis-2019) Peki bu basınç büyük nükleer bir dünya savaşını tetikler mi? Hayır. Ne dünya, ne doğa böyle bir savaşı kaldıramaz. Ayrıca Vietnam Savaşı sonrası 1973 yılından bu yana çok değerlenen Amerikan kanının bir anda ve büyük miktarda akmasına Amerikan kamuoyunun hazır olmadığı da bir gerçektir. Bu nedenle oluşan basınç, ekonomik yaptırımlar, ambargolar,  ticaret savaşları, vekalet savaşları, terör odaklı cezalandırma operasyonları, darbeler, turuncu devrimler, asimetrik konvansiyonel güç kullanımları, mevcut ittifak ve dostluk yapılarını bozmaya yönelik her türlü kumpas ve tertiplerle azaltılacaktır.  Bu sürece aslında Düşük Yoğunluklu Üçüncü Dünya Savaşı da denebilir. Bu faaliyetlerin sonucunda toplam fayda bilançosu 21’inci yüzyılın gelecek döneminde düşen gücün uygulanacak stratejilerini belirleyecektir. Bu süreçte vekalet savaşları ve doğrudan Amerikan veya Avrupalı (bu gruba Kanada, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda da eklenebilir) kanının işgal odaklı kara savaşlarında kullanılmasını asgaride tutacak yöntemler öne çıkacaktır. Teknolojik nimetler, başta insansız hava araçları ile balistik ve gezginci füzeler çokça kullanılacaktır.  Bu kullanım Amerikan askeri endüstriyel yapısının da kontrol edilemez iştahını tatmin edecektir. Şüphe yok ki, ABD’deki bu yapının ve neo-conların İkinci Dünya Savaşında olduğu gibi ‘’GI Joe’’ kanının dökülmesinden asla rahatsızlık duymayacağını söyleyebiliriz. Ancak ABD’deki seçim sistemi ve her şeye rağmen kamuoyunda az da olsa akil bir muhalefetin yer alması bu sonucu engelliyor. (İlgi duyanların 2003 Irak müdahalesinin mimarı Dick Cheney’in Vice isimli Holywood filmini izlemesini öneririm)
Hegemonya Kendi Kanını Akıtır mı? Neticede hegemonyanın kendi askeri ile bedel ödemeye hazır olup olmadığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Yani kendi kanını dökmeden vekalet savaşları üzerinden ABD’nin jeopolitik hedeflere  erişmesi artık çok zor. Bunu en iyi görenlerden biri Çin. 4 Ocak 2018 tarihinde Çin Devlet Başkanı Xi Jingpin yaptığı bir konuşmada ‘’silahlı kuvvetlerin harbe hazır olmasını ve askerlerin ölümden korkmamaları gerektiğini’’  söylemişti. Diğer taraftan, teknolojik gelişmeler artık ileri teknoloji silahların tekelini de düşen güç ABD’nin elinden aldı. Dünya üzerinde füzeler, toplar, roketler ve güdümlü mermilerin yayılması inanılmaz boyutlarda arttı. Bu durum, ulus devletlerin, batının kontrolü dışında silahlanmasını hızlandırdı. Artık dünya üzerinde pek çok ülkenin stratejik ve taktik sürpriz yaratabilecek uçakları, denizaltıları, modern torpidoları, mayınları, gemiye karşı güdümlü mermi sistemleri ve SAM füzeleri var. Amerikalı stratejist Andrew Krepinevich şunları söylüyor: “ABD, Afganistan ve Irak’ta hükümetleri kolay devirdi, ancak uzun soluklu istikrar operasyonlarını başaramadı. Bunlar hem çok masraflı oldu, hem de sonuçsuz kaldı… Artık yabancı bir ülke işgali çok daha zor. Bunun temel nedeni dünya üzerinde füzeler, toplar, havan topları ve güdümlü mermilerin yayılmasıdır.”
İran’da Tetiği Çekmek. Sonuç olarak bulunduğumuz bölgeye dönersek, Pompeo ve Bolton başta olmak üzere ABD halkının çıkarları yerine askeri endüstri, finans dünyası ve enerji devleri ile İsrail’in bölgesel çıkarlarını koruyan ciddi savaş yanlısı baskı gruplarına rağmen ABD’nin İran gibi bir ülkeyi doğrudan karşısına alması ve tetiği çekmesi son derece büyük riskleri içeriyor. Şartlar çok zor. 22 Eylül 1980 günü Irak’ın sürpriz saldırısı ile başlayan ve 8 yıl süren İran - Irak Savaşında 1 Milyona yakın İranlı hayatını kaybetti. Unutmayalım bu savaşta Irak’ın arkasında başta ABD olmak üzere batılı devletler vardı. Savaşın özü demir ve kandır. İran da bugün her ikisi de var. Ama en önemlisi İran halkı, Türkler, Ruslar ve Çinliler gibi vatanları için ölmesini biliyor. Bu karmaşık tabloda devletimiz her türlü kurum ve kuruluşu ile sürekli kriz ve çatışma riski yaşanacak on yıllara hazır olmalıdır. Zira bu coğrafya hegemonyanın el değiştirme sürecinin en kritik kanat alanı olacaktır.




























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder