
Doğu Akdeniz’de Mavi Vatanın Dibine Dikilen
Bayrak
TPAO sondaj platformu Fatih için 3 Mayıs 2019 günü yayınlanan NAVTEX (Denizcilere
İlan), tarihi bir dönüm noktasıdır. Bu ilan Türk siyasi ve denizcilik tarihinde
yerini almıştır. 3 Mayıs - 3 Eylül 2019 tarihleri arasında Türk kıta sahanlığı
içinde Kıbrıs Adası Batısında Fatih Sondaj gemimizin fiili alan çalışması
yapacağı dünyaya ilan edilmiş, kısa süre sonra gemi Baf batısı 45 mildeki
mevkiine ilerlemiş ve çalışmalara başlamıştır. Hatırlanacağı üzere söz konusu
bölgede geçtiğimiz dönemlerde Barbaros sismik araştırma gemimiz ile delme ve
sondaj faaliyetlerine yönelik 3 boyutlu sismik taramalar yapılmıştı. Daha sonra
Fatih, Alanya açıklarında eğitim delmeleri ile hazırlıklarını tamamlamış ve en
nihayet gerçek operasyon başlatılmıştır. Böylece arkasına AB, ABD ve İsrail ile
Mısır’ı alan Güney Kıbrıs ve Yunanistan ikilisinin emrivakilerine fiili alan
çalışması ile cevap verilmiş, tartışmalı alandaki mavi vatanın dibine ilk delme
gerçekleştirilerek bir nevi bayrak dikilmiştir.
GKRY Büyük Panik İçinde. Bu hamle öyle bir etki
yaratmıştır ki Güney Kıbrıs basını Fatih’in bu faaliyetini, 1974 Temmuz’undaki Barış Harekatı ve 1983 Kasım’ındaki KKTC
ilanından sonra Güney Kıbrıs’a yönelik en büyük saldırı olarak nitelemiştir. Diğer yandan Kıbrıslı Rumların yanında olan AB,
ABD, Yunanistan ve Mısır’ın bu haklı hamlemize basın açıklamaları yoluyla
verdikleri tepkilere Dışişleri Bakanlığının değişik zamanlarda verdiği cevabi
notalar son derece etkili ve doyurucudur. İçerde inanılmaz çalkantılı ve sancılı bir
seçim süreci yaşayan Türkiye’nin böylesine önemli bir dış politika sorununda
sağlam duramayacağını ve Fatih gemisini geri çekeceğini düşünenlere Deniz Kuvvetleri,
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ile
Dışişleri Bakanlığının işbirliği üzerinden en güzel cevap verilmiştir. Keşke bu
süreç, içerde bölünme olmadan yaşanabilse; Türkiye 21’inci yüzyılın en ciddi
jeopolitik sorun alanını paydaşların yoğun çabaları ile kendi çıkarları doğrultusunda
çözmeye çalışırken enerjisini içerde heba etmese. Keşke muhalefet ve iktidar bu
kadar önemli ve tarihi bir safhada en azından Doğu Akdeniz’deki son derece
hayati ve çatışma riski yüksek bir sorun alanında tek ses tek yumruk olabilseydi.
Ancak tüm olumsuzluklara karşın elde edilen sonuç büyük bir başarıdır. Türkiye’nin
devlet geleneği bu krizi en iyi şekilde yönetmeye yönelik tecrübe birikimini,
gereken yer ve zamanda ortaya çıkarmaya devam edecektir. Etmelidir.
Birleşik Kıbrıs ile
Sorun Çözülemez. Güney Kıbrıs Rumları Kuzey Kıbrıs’ı tanımamaya devam ettiği sürece, Türkiye,
Güney Kıbrıs’ı tanımayacaktır. Böylece, temeli deniz alan sınırlandırması
(delimitation) sorunu olan Doğu Akdeniz sorunu,
karşılıklı tanıma ve masaya oturma anı gelene kadar devam edecektir. Bu durum,
sorunu içinden çıkılamaz boyutta kronikleştirecektir. Halbuki, 1976 yılında
kıta sahanlığı krizi nedeni ile Ege’de savaşın eşiğine geldiğimiz Yunanistan,
Türkiye ile Bern’de masaya oturmuş ve kıta sahanlığı sınırlandırmasının
yapılamayacağı ortaya çıkınca, kısa sürede iki ülke Ege açık deniz alanlarında
sismik araştırma yapmayacakları konusunda 12 Mart 1976 tarihli mutabakat
muhtırasını imzalamışlardı. Bu kördüğümü çözmenin en uygun yöntemi Kıbrıs’ta
iki ayrı devletin ilanıdır.
Şımarık Rumlar ve
Ortakları. Doğu Akdeniz’de karşımızda siyasi ahlak ve diplomatik nezaket yoksunu,
güvenilirliği yok denecek kadar az, fırsatçı ve şımarık bir Rum devletçiği
vardır. Türkiye’nin aynı masada oturmayı reddettiği ve tanımadığı Güney Kıbrıs,
adeta deniz haydutluğu yaparak akla, hukuka ve tarihsel gerçeklere tamamen
aykırı bir şekilde kendi MEB sınırlarını 2004 yılında ilan etmiştir. Hızını
alamamış, hükümetin Annan Planını desteklemiş olmasından da güç alarak sözde
MEB içinde ilan ettiği 13 alanda 2007
yılında lisans vererek dev enerji şirketlerini yanına almıştır. Yangından mal
kaçırırcasına haydut devletin sahasına rıza gösteren ve adeta Türkiye karşıtı
bloklaşmalara neden olan bu şirketler ve arkasındaki büyük devletler arsızca bu
hırsızlığa ortak olmuşlardır. Oynanan tiyatroda en çok duyulan da Türkiye’nin uluslararası hukuka saygıya davet edilmesi olmuştur. (ABD’nin Irak,
Libya ve Suriye’ye demokrasi götürüyoruz demesi gibi bir şey....) Bu karmaşık
durum aslında Birleşik Kıbrıs ya da çözüm süreci denen federalist çözüm
sürecini de imkansız hale getirmiştir. Zaten bu hedefin ne denli imkansız
olduğu son 45 yılda ortaya çıkmıştır. Kıbrıs’ta iki bağımsız devletin kurulması
ve Kıbrıs Cumhuriyetinin 1959-1960 kuruluş anlaşmalarının ortadan kalkması
deniz alanlarında yaşanan ve her geçen gün beraberinde tırmanma riski taşıyan
deniz yetki alanları sorununa da nefes aldırabilecektir.
Yunanistan da Suça
Ortaktır. Bu süreçte Yunanistan Güney Kıbrıs’ı dizginleyip onun Türkiye’yi
karşısına alan cahil cesaretine dur diyeceğine aksine kışkırtarak kavgaya
itmiştir. Ancak şüpheniz olmasın iş ciddi safhaya gelip Güney Kıbrıslı Rumlar
Yunanistan’dan kendileri için fedakarlık yapmalarını isterse yanlarına gitmeyecektir.
Bunu 1974 Sampson darbesinde de gördük, 1997 S-300 krizinde de. ABD’nin İran’a
askeri harekat yapma tehditlerinin havada uçuştuğu, gerilimin her geçen gün
tırmandığı bir konjonktürde, Güney Kıbrıs’ın ‘’bizi Türkiye’den koruyun ve
Fatih’i sahadan çıkarttırın’’ talebine AB ülkelerinin ne cevap vereceğini
bilmek için de kahin olmaya gerek yok. O nedenle Romanya Sibiu’da yapılan AB
zirvesinde Merkel’in Türkiye’yi önleme sözü vermesinin içini doldurmak çok
zordur. Alman Donanmasının tarihinin en kötü dönemini yaşadığı bir ortamda
Merkel’in sözleri şark kurnazı Kıbrıslı Rumlara moral vermekten öte bir işe
yaramayacaktır.
Tutuklama Tehdidi Diğer taraftan Rumlar
Fatih gemisi personelini AB ülkelerine girdikleri takdirde tutuklamak ile
tehdit etmişlerdir. Küstahlığın böylesi görülmemiştir. Devlet gemisi statüsünde
olan bir gemi personelini tutuklamakla tehdit etmek, deniz haydutluğunun bir
başka şeklidir. Bu tehdide boyun eğerek görevden affını isteyecek Türk personel
olacağını sanmıyorum. Ancak gemide çalışan yabancı uyruklu personelin durumuna
karşı TPAO ve MTA’nın alternatif insan kaynağı planlaması yapmasında fayda
görüyorum. Bu ve benzeri tehditlere karşı Türkiye, derhal 8 Haziran 1995
tarihinde Ege’deki karasuları genişliği statüsünün bozulmasına yönelik TBMM nin yayınladığı ve Hükümete
yetki veren benzer bir kararı yayınlamalıdır. Bu kararın bir örneği şöyle
olabilir: ‘’Doğu Akdeniz’de 18 Mart 2019
tarihinde BM’ye deklare edilen Türk kıta sahanlığı içinde Türkiye Cumhuriyeti
adına icra edilen sismik araştırma ve sondaj/delme faaliyetlerine sahada veya
dışında engel teşkil edecek eylemlere karşı önlem almak üzere Bakanlar Kuruluna
her türlü yetki verilmiştir.’’ Böyle bir karar, Rumların 2007 yılında ilan
ettiği 13 lisans sahasından bizim kıta sahanlığımızı ihlal eden 1,4,5,6, ve 7
numaralı lisans alanlarında gelecekte icra edilecek faaliyetlere karşı da
caydırma sağlayacaktır.
Mavi Vatan ve Misakı
Milli.
Özetle denizdeki Misakı Milli sınırlarımız artık bellidir. Fatih bu sınırlar
içinde ilk kez delme işlemini gerçekleştirmiştir. Bu alanı savunmak, kullanmak
ve gelecek nesillere devretmek yaşayan nesillerin görevidir. Hattı Müdafaa
yoktur Sathı Müdafaa vardır ve bu satıh Akdeniz’deki Mavi Vatandır. Mavi Vatanı
tehdit eden İkinci Sevr mutlaka yırtılıp çöpe atılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder