
Denizcileşmenin ideolojisi olarak Kemalizm.
Atatürk 1900 başında henüz
Harbiye’de öğrenci iken sınıf arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy)’a bir dal parçası ile
toprak üzerine bugünkü Türkiye haritasını çizmişti. Erzurum kongresinin bittiği 8 Temmuz 1919 gecesi
de sabaha karşı dava arkadaşı ve Heyet-i Temsiliye üyesi Mazhar Müfit (Kansu)’yu
yanına çağırarak zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını
söylemişti. Kuracağı devletin sınırlarını 19 yaşında; yönetim şeklini 38
yaşında, ortada kurtulmuş bir vatan yokken dahi söyleyebilen bir liderdi.
Hedef
Akdeniz. 1 Eylül 1922 sabahı tarih sahnesine coşku ile çıkan Türk ordularına
yeryüzünü titreten emrini veriyordu: ‘’Ordular
ilk Hedefiniz Akdeniz’dir.’’ Bu, Anadolu’nun, denizlerle buluşmasına
yönelik bir jeopolitik direktif; Anadolu’nun
Akdeniz ve okyanuslarla olan bağlarını koparan son 11 yıla ve Sevr zincirine
bir başkaldırıştı. İkinci Adam İnönü’ye göre Gazi, bu emir ile meydan
muharebesinin sonucunu ifade eden hedefi değil, Akdeniz siyasetinde ve
uygarlığında Türk milletinin layık olduğu yüksek mevki hedefini göstermişti. Bu
emir aynı zamanda kapitülasyonlara bir başkaldırı, kabotaj hakkını
sahiplenmenin de bir manifestosuydu.
Denizci
Türkiye Ülküsü. Vefatından tam bir yıl önce TBMM 5. Dönem açılışında 1 Kasım 1937’de
denizcileşme direktifini aşağıdaki konuşma ile veriyordu: ‘’Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak
ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları
kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü, topraklarının üç
bir yanı deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin
hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili
olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus
yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz.
Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az
zamanda başarmalıyız....."
Deniz,
Bağımsızlık ve Özgürlük. Aslında deniz bağımsızlık ve özgürlük
ideolojisinin temel kaynağıydı. Göçebe Türklerin Orta Asya’dan başlayan yolculuklarında
vardığı Anadolu, Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanan son sınırdı. Bu sınırı
zorlamak gerekirdi. Karada yaşayan yerleşikler alışılmışı tercih ediyor ve ona
ihtiyaç duyuyordu. Çoğunluk tarımla uğraştığından doğaya bağımlıydılar. Yağmurun
yağmasını, rüzgârların düzenli esmesi önemliydi. O nedenle yeniliklere kapalı
ve tutucu oluyorlardı. Yeniliklere, değişime, yabancılara ve risk almaya kapalıydılar.
Deniz ise tehlikeden, yenilikten, cesaretten yanaydı. Pragmatizmi, liyakati, girişimciliği
ve dünyaya açılmayı gerektiriyordu. Devrimci ve girişimci ruhun kaynağı olarak
deniz, tarih boyunca devam eden yaşam diyalektiğinin de sınırıydı. Bu
diyalektik deniz ile kara, denizci ile köylü arasındaki ayrımdan kaynaklıydı.
Türkler denizcileşmeliydi. Denizcileşme Kemalizm’in varacağı en önemli nihai
varış limanlarından birisiydi.
Önce
Cumhuriyet. Ama başlangıçta bu çok uzak bir hayaldi. Önce Cumhuriyet kurulmalı,
sonra o temel üzerine laik, üniter bir ulus devlet inşa edilmeli ve bu devlet
devrimlerle şekillendirilmeliydi. Esas olan cumhuriyetti. Önce cumhuriyet
güçlendirilmeliydi. Devrimler ve son aşamada demokrasi onun üzerinde
ilerleyebilsin. Cumhuriyetin ve onun temeli olan vatan ortadan kalktığı bir
ortamda demokrasiden zaten bahsedilemezdi. Mustafa kemal hayallerini tek tek
gerçekleştirdi. Denizle buluşan Anadolu coğrafyasını 11’inci yüzyıldan sonra
anayurt seçerek bu coğrafyadan imparatorluk geliştiren, ancak dostu denize
sırtını çevirdiğinde yok olma aşamasına gelerek 9 yüzyıl sonra ilk kez işgale
uğrayan Türklerin anavatanını kurtaran Mustafa Kemal, kurtuluşu tamamladıktan
sonra önce saltanatı kaldırdı. Tam bir yıl sonra da Cumhuriyeti ilan etti. Avrupa’nın 700 yılda yaptığını böylece büyük
taarruzdan bir yıl sonra yaptı. Böylece 1500 yıllık tarım ve din toplumunu
yönetme hakkını hanedan soyundan halka verdi. Daha sonra 15 yıla sığdırılan kuruluşun
büyük devrimleri ile ortaçağ aşamasındaki ümmet toplumunu, 20. Yüzyılın modern
ulusuna dönüştürmeyi başardı.
Cumhuriyet
ve Kemalizm. Bu kazanımların temeli cumhuriyet; Devrimlerin enerjisi de Kemalizm
idi. Evet Kemalizm bir ideoloji idi. Sürekli devrimlerin ideolojisi. Bu kısacık
süreçte başarılanları temsil eden Kemalizm, toplumsal hiçbir sınıfa tek başına
dayanmıyordu. Arkasında ne liberalizmin tüccar, sanayici burjuva sınıfı; ne
sosyalizmin işçileri vardı. Çünkü bu sınıflar başlangıçta ya yoktu ya da yeteri
kadar gelişmemişti. Evet bir devrim yaşanmıştı. Ancak ülkenin nesnel şartları
gereği devrimin niteliği sınıfsal değil, ulusaldı. Bu nedenle cumhuriyet devriminin
genel karakteri modern bir ulus devletin inşasıydı. İşte Kemalizm bu sürecin
ideolojisiydi. Maalesef dünya tarihinin en büyük ve görkemli ulusal demokratik
devriminin ideolojisi özellikle 12 Mart 1971 askeri müdahalesi sonrasında
unutturuldu. Diğer izm’lerle benzeşmemesi için bu görkemli kavram ve kelime
yerine Atatürkçülük kullanıldı. Liberal ve sosyalist İdeolojilerden farklı
olarak Kemalizm’in onlar gibi geniş bir
siyasi ve iktisadi külliyata sahip olmaması
(36 sayı çıkan Kadro Dergisi de bu açığı kapayamadı); teoriden pratiğe
değil; doğrudan koşulların dayattığı bir
pragmatizm ve pratik olması, Türk aydınlarını kalıpların dışına çıkaramadı ve
onlar da yüksek komutanlığın Kemalizm’i unutturmasına zımni onay verdiler. Kemalizm
üç ayak üzerinde yükseldi: Bunlar bağımsızlık, laiklik ve kamuculuk idi.
Türkiye Cumhuriyetini kuran siyasi parti olarak 9 Eylül 1923’de kurulan CHP,
parti ideolojisinin temeli olarak 1927'de Cumhuriyetçilik, Halkçılık,
Milliyetçilik ve Laiklik olarak tanımlanan dört ilkeyi, 1931 yılında da Devletçilik
ve Devrimcilik ilkelerini Altı Ok sembolü ile parti programına ekledi. Böylece Kemalist ideolojinin Fransız ve
Sovyet devrimlerinden etkilenen altı prensibi ortaya çıkmış oluyordu.
Mucize
Reçete: Kemalist Cumhuriyet. Aslında bu mucize bir reçete idi. Gerçekte bugün
Çin mucizesine baktığımızda bile altı ok prensiplerinin her birini görmüyor
muyuz? Siyaset Bilimci, Profesör Sadun Aren zamanında şöyle demişti: ‘’Esas
olan yoldur, molalar yola dahildir.’’ Planlamacı Profesör Bilsay Kuruç da Türklerin
uzun yürüyüşünün 19 Mayıs 1919’da başladığını söyler. Bu yürüyüş bitmeyecek bir
yürüyüştür. Bu yürüyüş devam ediyor. Molalar olsa da durmayacak bir yürüyüştür
bu. Varacağı liman denizci Türkiye limanıdır. Türkiye’nin bu amaca erişim için şu
an ihtiyacı olan cumhuriyeti güçlendirmektir. Cumhuriyetin kurumsallaşmasını korumak
ve geliştirmek esastır. Halen pek çok Atatürkçünün neo liberal çağın moda
kavramı ‘’Ben Sosyal Demokratım’’
söylemi uzun yürüyüşün asıl mayası olan ve temelde yurt sevgisinden gücünü alan
Cumhuriyet ve Kemalizm ikilisinin birlikteliğini kıramaz. Bu birliktelik
Türkiye’yi 21’inci yüzyılda daha bağımsız ve daha güçlü kılacak, ve Atatürk’ün
hayali olan denizcileşmeyi hızlandıracaktır. Türkiye gemisi, uzun yürüyüşünde
Anadolu’yu Mavi Vatan ile buluşturacak
Kemalist Cumhuriyetçi rotadan şaşmamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder