26 Mart 2019 Salı

Doğu Akdeniz’de Mersin’in Jeopolitik Sorumluluğu

Description: IMG_0131 




Doğu Akdeniz’de Mersin’in Jeopolitik Sorumluluğu
Türkiye’nin 21’inci yüzyılda, sadece jeopolitik değil, aynı zamanda ekonomik geleceğinde en önemli ve öncelikli rolü oynayacak alan Doğu Akdeniz’dir. Zira Doğu Akdeniz, 21’inci yüzyılda Atlantik çekim alanından uzaklaşan Türkiye’nin Asya çekim alanına yöneliş sürecinin giriş kapısıdır. Nasıl ki Türkiye, Atatürk sonrası Türk Boğazları üzerinde yaratılan suni Sovyet tehdidi üzerinden Atlantik çekim alanına kuzey mecradan sokulmuşsa; günümüzün Asya yönelişinin kapısı da güneyden Doğu Akdeniz’den olacaktır. Zira tehdit oradadır. Bu kez suni değil gerçektir. Doğu Akdeniz’deki Atlantik siyaseti artık açık Türkiye düşmanlığına dönüşmüştür. Sadece geçen haftanın askeri ve siyasi gelişmelerine bakmak bile Türkiye düşmanlığının risk boyutundan açık tehdit boyutuna dönüştüğünü gösteriyor. Batı Kudüs’deki Israil, GKRY, Yunanistan Üçlü Zirve Mekanizmasına ABD Dışişleri Bakanının katılımı ve yapılan basın açıklamasında Türkiye’yi kasteden habis unsur (malign) ifadesi, ya da Girit Adasında İsrail tarafından kurulacak ve Türkiye’yi hedef alan HF Radar sistemi haberlerinin basına verilmesi ilk akla gelen örnekler.  Her ne kadar 21 Mart 2019 tarihinde Yunan Dışişleri Bakanının ‘’Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki enerji kaynaklarıyla ilgili bazı haklara sahip olduğunu biliyoruz’’ açıklaması Türkiye’de müspet yorumlara neden olduysa da, sahada gerçek durumu görmeden karar vermek için çok erken. Bu yorum, MEB sınırlamasında Yunanlıları Meis etkisinden vaz geçirmez.
Asıl Cephe: Mavi Vatan Doğu Akdeniz havzasında Türkiye, Suriye kuzeyinde açık bir savaşın içindedir. Bu silahlı mücadelenin Türkiye için temel hedefi sözde Kürt devletçiğinin denize çıkışını önlemektir. Her ne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri, vekiller (proxies) ile savaşsa da onların ardındaki güçler bellidir. Bu savaş, Türkiye’nin toprak ve anayasal bütünlüğünün ileriden savunulması ve terör unsurlarının Anadolu’ya geçişlerinin önlenmesi  içindir. Diğer bir deyişle tali bir cephedir. Doğu Akdeniz’deki asıl cephe Mavi Vatan’dır. Bu cephe ana vatanın ta kendisidir. Zira kıta sahanlığımızı teşkil eden, ana vatanın sular altındaki uzantısıdır. Atlantik cephe, bu vatanın neredeyse 100 bin km. karelik bir alanını Anadolu’dan koparmayı Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlara vermeyi hedeflemiştir. Siyasi bloklaşma bir yana, her geçen gün artan bir şekilde  silahlanan ve namluların Türkiye’ye çevrildiği bir Doğu Akdeniz’den bahsediyorum. Son 2 yılda Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhinde yapılan İsrail, Yunanistan Mısır ve GKRY tatbikatlarının sayısı 20’yi geçti. Savaş dönemleri hariç, tarihin hiç bir kesitinde böyle bir durum yaşanmadı. 20. Yüzyıl ilk çeyreğinde anavatanımıza yönelik Sevr cenderesine nasıl maruz kaldıysak, 21’inci yüzyıl ilk çeyreğinde Mavi Vatanımıza yönelik ikinci Sevr baskısı ile karşı karşıyayız. Bu cendereden siyaset üstü bir milli mutabakatla çıkmamız gerekir. Zira bu işin şakası yoktur. Durum ortalamanın altında jeopolitik ve strateji birikimi ve ayrışma ile yönetilemez. Bu ayrışmış cepheye KKTC yönetimini de ekleyebiliriz. Bunları aşmamız gerekir.
Doğu Akdeniz’in Amiral Gemisi: Mersin Diğer yandan Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan Cephesi kriz zamanlarında lojistik destek ve stratejik yığınaklanma için iki kritik merkeze bağımlıdır. Marmaris (Aksaz Deniz Üssü) ve Mersin. Aksaz Deniz Üssü donanma faaliyetleri için batı cephede ne kadar önemliyse, doğu cephede de Mersin aynı derecede önemlidir. Kuzey Kıbrıs’ta bir deniz üssümüz henüz olmadığından bu boşluk Mersin tarafından doldurulmaktadır. Nasıl ki 45 yıl önce Kıbrıs Barış Harekatında deniz ve kara kuvvetlerimiz 16 Temmuz 1974 sabahından itibaren enerjisini Mersin’de toplayıp 96 saat içinde Kıbrıs’ın siyasi coğrafyasını etkileyecek sonucu yaratmışsa, Mersin bugün de yepyeni bir cephede Mavi Vatan cephesinde farklı görevlere hazır olmalıdır. 1974 Mersin’i anavatanda oluşan gücün adaya intikalinde kilit rol oynamış, bu harekat Türk soydaşlarımıza huzur getirirken, Türkiye’nin güneyden kuşatılmasına son vermiştir.
Mersin Denizcileşmelidir. Bugün de Mersin’in jeopolitik sorumluluğunu hatırlama, mavi vatana, yani denizlere her seviyede ve kapsamda dönme zamanı gelmiştir. Bu yöneliş tesadüfi olmayacaktır. Bu kaçınılmaz yöneliş jeopolitik ve ekonominin gereğidir. Mersin’in jeopolitik düzlemde yerini yeniden belirleme; denizci Mersin kimliği ile her alanda denize yönelme; KKTC ile pek çok alanda etkileşim ve bütünleşme; Çin’in (BRI) Bir Kuşak Bir Yol projesinde Akdeniz bacağında başat rol oynama; Mavi vatanımızın diplerindeki potansiyel kaynakları arama ve çıkarma alanında denizdeki yüzer sanayi alt ve üst yapısına başta sahip olacağı tersaneler ile destek olma; Doğu Akdeniz konusunda yumuşak güç üretecek her türlü faaliyet ve oluşuma liderlik etme gibi görev ve sorumlulukları vardır.
Mersin Jeopolitik Bir Şehirdir. Mersin sıradan bir şehir değildir. Jeopolitik bir şehirdir. Hinterlandındaki İskenderun, Hatay, Adana ve Yumurtalık bölgeleri ile birlikte değerlendirildiğinde aslında Türkiye’nin, potansiyeli tartışmasız en yüksek liman şehirlerinin başındadır. Silifke’den Samandağ’a çizilecek hattın doğusunda kalan  mavi vatan ve anavatan alanı, 21’inci yüzyılın çekim alanıdır. Bu alan Doğu Akdeniz’in kaderinde büyük rol oynayacaktır. Bu bölge 21’inci yüzyılda Türkiye’nin Rotterdam’ı ya da Singapur’u olmaya aday bir bölgedir. Mersin, Mustafa Kemalin 26 Ağustos 1922 tarihinde haykırdığı ‘’Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri’’ emrinin 21’inci yüzyıldaki Kocatepe’sidir.
ÇOK BÜYÜK BİR KAYIP: E. Harita Yüksek Mühendisi Tümgeneral Cevat Ülkekul, 21 Mart 2019 tarihinde aramızdan ayrılmıştır. 19 yıl önce tanıdığım mümtaz generalimiz başta Piri Reis olmak üzere deniz ve denizcilik tarihi üzerine yüze yakın makale ile 20 civarında kitabın yazarıydı. Deniz Kuvvetlerimize ve Türk denizcilik kültürüne sağladığı katma değerler önünde tazimle eğiliyorum. Ruhu Şad Olsun.


20 Mart 2019 Çarşamba

Bahriyeli Eşi Olmak

Description: IMG_0131
Bahriyeli Eşi Olmak
Bahriyenin profesyonel kadroları kadar, onların eşleri de Cumhuriyet Donanmasının bugüne kadar başardığı kazanımlarda gereken takdiri almalıdır. Bahriyeli eşi olmak zor bir kaderdir. Bu kaderde daima ayrılıklar vardır. Ve onların rakipleri başka bir kadın değil, savaş gemisinin ta kendisidir.
Donanmanın Asıl Gücü Ailedir. Eşler uzun süreli ayrılıklara katlanmak ve bu sırada evlilik gemisinin, yani yuvalarının kaptanı olmak zorundadırlar. Çocuklar büyüyecek, aile büyüklerine destek olunacak, rutin ev işleri -bürokratik ve finansal gereksinimlerden tutun beklenmedik arızlara ve onarımlara kadar - çok geniş bir spektrumda takip edilecektir. Eşlerin bir de çalıştığını düşünün. Bu zorluklar daha da artacaktır. Bahriyeli eşlerinin şüphesiz en zor anları eşlerini savaş riski olan tehlikeli görevlere gönderdikleri anlardır. Kıbrıs Barış Harekatında bu anlar yaşanmıştır. Her bir eş kocasını, gururla ama içinde onu ilelebet kaybetmenin derin endişesi ile gemisine yolcu etmiştir. Bazıları TCG Kocatepe muhribinde yaşandığı üzere geri gelememiştir. Bahriyeli eşlerin arasındaki dostluk ve dayanışma zor anların en önemli ilacıdır. O anlarda kısa sürede olsa bebeğini, çocuğunu, hastasını  emanet edebileceği komşuya veya arkadaşa sahip olmak büyük güçtür. Bu nedenle denize çıkan bahriyeliler eş ve evlatlarını yine bahriyelilere emanet ederler. Bu iş vardiya ile döner durur. Bugün biri gider, yarın bir başkası. O nedenle bahriye aileleri birbirlerini aile ferdi gibi sever ve sayar. Bu duygu sonuçta vefa ve dayanışma duyguları ile aidiyeti güçlendirir. Cumhuriyet Donanmasına ruh ve hayat veren denizcilerin çocuklarına bile aktarılmış dostluk, kardeşlik, paylaşma, dayanışma ve vefa bağlarının bu güçlü temeli sarsılabilir mi?  
Sarsılmaz ve Güçlü Bağlar. 2008 yılından sonra başlayan kumpas davalar süresinde içimizdeki FETÖ hainlerinin oluşturduğu karanlık tablonun bir hedefi de bu  dayanışmayı kırmak veya zayıflatmaktı. Kumpas davalardan etkilenen eşlerin pek çoğu, komuta kademesinin savaşmama kararından doğan boşluğu hızla doldurdu. Deniz tarihimizde ilk kez kadınlarımız kurdukları Vardiya Bizde platformu üzerinden içlerindeki savaşçı Türk kadınını cepheye sürdüler. Onları meydanlarda, medyada, ekranlarda bıkıp usanmadan savaşırken, eşlerini savunurken, haksızlık ve hukuksuzluğu her yerde anlatırken gördük. Başı dik bu kadınlar, aslında Mavi Vatan mücadelesini donanmanın en güçsüz, morallerin en düşük, makam sahiplerinin en silik anında başlatarak dış dünyaya da büyük mesaj verdiler. Bu mesaj çok açıktı. Teslim olmayız. Aman dilemeyiz. Kocaları 4 yıla yakın hapisteyken, her kapalı ya da açık görüş gününe güçlü geldiler. Göz yaşı akıtmadılar. Ve sonunda onlar kazandı. Medyada onlardan bahsedilmeyen hafta olmadı. Toplumun FETÖ ve bir kısım yandaş medya kesimi hariç onlara sempati ve dayanışma içinde bakmayan kesimler kalmadı. Neydi onları güçlü kılan. Kendilerinin vatan, aile ve bahriye sevgisi; Eşlerinin geçmiş başarıları ve vatanseverlikleri; kendi gemilerinin kaptanı olmaları ve yuvalarını başarıyla devam ettirme iradeleri ama en önemlisi eşleri için bitmek bilmeyen savaşma azim ve iradesiydi. Eminim ki o dönemde yabancı istihbarat ajanslarının en çok ilgilendiği alanlardan birisi bu sosyal dokunun analizi olmuştur. Bahriye FETÖ kanserinden temizlenme sürecinde aynı dokuyu korumak ve geliştirmeye odaklanmalıdır. Kumpas davalarda eşlerin sergilediği yüksek mücadele ve dayanışma ruhu korunmalıdır. Bu ruh en az Mavi Vatan Tatbikatı kadar önemlidir.
Güzel bir Hatıra. Bu yazıyı  60 yıl öncesinin güzel bir hatırası ile bitirelim.
24 Ağustos 1959 tarihli Milliyet gazetesinde ünlü yazar Abdi İpekçi, dünyanın en zor işinin gazeteci eşi olmak olduğunu yazar. Makalede bir gün önce evlenen gazeteci Dinçer Güner’in düğünden sonra gelinlikli eşi ile gazeteye gelerek görevine devam ettiğini ve sonradan kısa süreli balayına çıktığını anlatır. Bu yazıya denizaltıcı bekar bir subay olan Üsteğmen Erdoğan İşçener (1950 Güverte) bir hayli üzülür ve İpekçi’ye mektup yazar. Bu mektup 7 Eylül 1959 günü köşesinde yayınlanır. Ben de Sayın İşçener’e teşekkür ederek sizle paylaşıyorum: ‘’Sayın İpekçi, Milliyet Gazetesindeki yazınızı zevkle okudum. Daima takdirkarı olduğum üslubunuzdan almaya alışık olduğum hazda bu sefer buruk bir lezzet vardı... Size muhtemelen yabancısı olduğunuz değişik bir mevzuyu duyurmak istedim... Yazınızı okuduktan sonra gayriihtiyari gözlerim daldı. Evlendikleri günün sabahında ani aldığı bir emirle uzun  sürecek bir vazife için Allahaısmarladık diyen kocasını uğurlarken müşterek hayata karşı ilk isyanı iki damla yaş şeklinde kirpiklerinden süzülen yeni bahriyeli gelinler gözlerimin önüne geldi. Aylardır görmediği babasını bir yabancı gibi garipseyen çocukların annelerini; kocasına emredilmesi her an muhtemel olan 6, 7 aylık deniz aşırı bir vazife yanında iki haftada ancak üç gün beraber olmayı Allah’ın bir lütfu sayan kadınları; bir türlü bitmeyecekmiş gibi geçen günlerden sonra kocasının üniformalı koluna girince duyduğu gururla her şeyi unutan, halkın diline pelesenk olmuş parası pul, karısı dul sözünü hakaret sayan hanımları; genç üstçavuşların, üsteğmenlerin, yüzbaşıların gencecik eşlerini hatırladım. Ve gözümün önüne hakları yeniliyormuşçasına bir üzüntü duydum...Bir genç kız için bir bahriyeli ile evlenmenin büyük bir fedakarlık olduğunu bilmem anlatabildim mi ? Her şeye rağmen bu fedakarlığın en büyük olduğunu iddia edemiyorum. Belki de bu sıfata daha çok layık hanımlar, yabancısı olduğum herhangi bir meslek mensubunun eşleri vardır. Bu vesileyle Dinçer Güner’in kıymetli mesleğinde daima yükselmesini ve eşiyle mesut bir hayat geçirmesini temenni ederim. Hürmetlerimle efendim.’’
Dünün ve bugünün tüm bahriyeli eşlerine Cumhuriyet Donanmasına ve Türk toplumuna büyük katkıları için şükranlarımızı sunuyoruz.
NOT: Mavi Vatan Koruyucusu Bahriyemizin muvazzaf ve emekli mensuplarının eşlerinin kurmuş olduğu Bahriyeliler Derneği katkılarınızla güçlenecektir. (http://bahriyeliler.org)




16 Mart 2019 Cumartesi

Cumhuriyet Donanmasının Anadolu’ya Son Armağanı: Mavi Vatan Tatbikatı

Description: IMG_0131 




Cumhuriyet Donanmasının Anadolu’ya Son Armağanı: Mavi Vatan Tatbikatı
Cumhuriyet Donanmasını Mustafa Kemal kurdu. Üç tarafının deniz suyu ile yıkandığı Türkiye Cumhuriyeti bir yarımada devleti idi. Donanmasız Anadolu savunulamazdı. Osmanlı, donanmasızlığın bedelini kanla ödemişti. Savunma uzaktan; denizde başlatılmalıydı. Ancak 1923 sonunda donanmanın bırakalım yeni gemileri, seyre hazır savaş gemisi bile yoktu. Bu nedenle Lozan’da iki ada dışında bütün Ege Adaları elden çıkarılmıştı. Büyük bütçeye ihtiyaç vardı. Karacı mareşal ve orgenerallerin hakimiyetindeki genç silahlı kuvvetlerin Amirali dahi yoktu. Bütçe mücadelesinde Milli Müdafaa Vekaletinde müsteşarlık seviyesinde temsil edilen Bahriyenin şansı da yoktu. Mustafa Kemal bu açığı gidermek için Bahriye Vekaletini kurdu. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ve Başbakan İnönü bu bakanlığa karşıydı. Neticede Yavuz Havuz davası kumpası ile 1928 yılında kapatıldığında bakanlık 2 yaşındaydı. Ancak bu kısa sürede bile büyük başarılar elde etti. Donanma dışardan temin edilen muhrip ve denizaltılar ile yenilendi. Kocaeli/Gölcük’te Tersane ve üs kuruldu. Denizciler olağanüstü başarı eğrisi ile kendini ispatladı ve 1936 Kasım ayında ilk kez toplu halde Akdeniz’e çıkarak, Malta/Valetta ve Pire/Yunanistan’a  liman ziyaretinde bulundu. Dönemin koşullarında bu sefer, büyük bir başarıydı. Bu ziyaretler, 13 yıl aradan sonra Montreux Sözleşmesi ile Boğazları geri alan bir ulusun kendine olan güveninin de bir manifestosuydu. Donanma Türk Boğazlarının geri alınmasında, bu stratejik bölgeyi kendi olanaklarımızla savunabileceğimiz mesajını vererek jeopolitik bir sonuca erişmişti. Donanmanın 1936’da Türk halkına ilk jeopolitik armağanı Türk Boğazları oldu.
İkinci Jeopolitik Armağan: Kıbrıs Barış Harekatı Donanma 1952’de NATO üyesi olan Türkiye’nin jeopolitik savrulmasından etkilendi. NATO Türkiye’ye sadece Karadeniz ve Boğazların sorumluluğunu vermişti. Ege ve Akdeniz maalesef ilgi alanı dışında tutulmuştu. Ancak ABD ve NATO işbirliği, donanmaya teknoloji transferi, standardizasyon, doktrin formasyonu ve İkinci Dünya Savaşında kendini ispat etmiş silah ve sensör sistemleri ile tanışmanın yolunu açtı. Denizde jeopolitik körlüğümüze neden olan batı oryantasyonu, 1963 Kanlı Noel’i ile son buldu. NATO üyeliğinin ne Kıbrıs’taki soydaşlarımızı ne de Ege ve Akdeniz’deki çıkarlarımızı korumaya yetmediği acı bir şekilde ortaya çıktı. 1964 Ocak ayından itibaren Akdeniz’e inen Cumhuriyet Donanması bir daha ne Ege ne de Akdeniz’i terk etmedi. Haziran 1964’de adada gerçekleştirmeye  çalıştığı askeri harekat ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın küçültücü mesajı ile durduruldu. Mektuptan 10 yıl sonra, bir 20 Temmuz sabahı bu mektubun cevabı verildi. Yakın tarihinde hiç savaşmamış Türkiye Sampson darbesinden 120 saat sonra denizaşırı harekat ile Girne’de Kıyıbaşını tuttu. Bugün KKTC’nin  36 yıldır varlığını korumasının temel nedeni Girne’de tutulan kıyı başında saklıdır. O Kıyıbaşını da 38 kahraman çıkarma gemisi ve deniz piyadelere borçluyuz. O hat tutulmasa tanklar ve zırhlı araçlar Kıbrıs’a çıkamaz ve harekat başarılamazdı. O nedenle sadece Türk Halkına değil aynı zamanda KKTC halkına Cumhuriyet Donanması bu harekat ile  en büyük armağanı sunmuştur.
Üçüncü Armağan: Ege Denizindeki Status Quo Ege’de batı destekli Yunan ‘Oldu Bitti’ leri soğuk savaşta ve sonrasında Türkiye’nin en ciddi dış siyaset sorunu olmuştur. Kıta sahanlığı, karasuları genişliği, silahsızlandırılmış adalar, arama kurtarma sahası, hava sahası sınırları, FIR, Kardak Benzeri Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada Adacık ve Kayalıklar (EGEAYDAAK) sorunu gibi sorunların gerek kriz dönemlerindeki yönetimi, gerekse caydırılmasında en önemli ganbot diplomasi enstrümanı şüphesiz Cumhuriyet Donanması olmuştur. Bu krizleri 1975 ve 1987 Kıta Sahanlığı; 1982 karasuyu; 1996 Kardak  krizlerinde yaşandığı üzere son derece başarıyla yönetmiş ve caydırmıştır. Bu görev devam etmektedir.
Dördüncü Armağan: Karadeniz Deniz Güvenliği  Karadeniz’de soğuk savaş ve sonrası dönemde Montreux Rejiminin Korunması ve bu uğurda Türk Dış Politikasına destek olunması maksadıyla icra edilen faaliyetler ve yaratılan girişimler son derece yararlı sonuçlar doğurmuştur. BLACKSEAFOR, Karadeniz Uyumu Harekatı, Sahil Güvenlik Komutanlıkları İşbirliği Forumu Karadeniz’in deniz ortamında Türkiye’nin oluşturduğu ciddi denge ve istikrar girişimleri olmuştur.  Bu girişimler  Karadeniz’de NATO’nun sürekli operatif  kimlikle varlık göstermesin önlemiştir.
Beşinci Armağan; Milgem ve Savunma Sanayinin Lokomotif Görevi  2012 sonrası Mavi Vatan ile buluşan 2000 tonluk korvetlerin milli olanaklar ile dizayn ve inşa edilmesi ve bu sınıf gemilerin Pakistan’a ihracatı Türkiye’nin en önemli başarılarından birisidir. Bu öylesine büyük bir armağandır ki, Türkiye’nin gelecekte sadece sanayi ve istihdama katkısı olarak değil bağımsız dış politika uygulamasına da büyük katkı sağlayacaktır.
Altıncı Armağan. Hint Okyanusunda Sürekli Varlık Gösterme. Deniz Haydutluğu ile Mücadele kapsamında 2008 yılından itibaren Hint Okyanusunda varlık gösteren Cumhuriyet Donanması 400 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu tarafından tamamen terk edilen bu kritik çevre okyanusuna geri dönmüştür.
Yedinci Armağan: Kumpas Davalardaki Direniş Kumpas davalarda adı geçen ve hapis yatan  bahriyeliler, Amirallerinden, subay ve astsubaylarına kadar her kademede donanmaya kurulan emperyal kumpasın yüksek farkındalığı ile büyük bir direnç ve onurlu duruş sergilemişlerdir. Pek çoğu savunma yapmamış, manifesto vermiş; asla aman dilememiş; bazıları mahkemeyi tanımamıştır. Eşlerinin kurduğu Vardiya Bizde Platformu son derece yaratıcı ve güçlü faaliyetleri ile kamuoyunun sevgi ve takdirini kazanmış; eşlerinin çelik ruhlu, alınları açık, başları dik temsilcileri olarak kumpas davaları en iyi şekilde kamuoyuna aktarabilmişlerdir.
Sekizinci Armağan: FETÖ Temizliğinde önderlik Deniz Kuvvetleri kumpas davalarda FETÖ saldırısından en çok etkilenen kuvvet olmasına rağmen 15 Temmuz kalkışmasında durumu en hızlı kontrol altına alabilen ve maddi kayıp yaşamayan kuvvet olmuştur. Sonrasında icra edilen temizlik ve arınma sürecinde Türkiye’ye örnek olacak etkinlik ve süratte melun kanserden arınma sürecini başlatmıştır. Bu kapsamda geliştirilen FETÖMETRE Algoritması ve uygulaması Türkiye’ye en az MİLGEM’in sağladığı katma değere eşit fayda sağlamıştır.
Dokuzuncu Armağan: Doğu Akdeniz ve Mavi Vatan Tatbikatı Donanmamız, 2008 yılından bu yana yaşanan kumpas davalar, 15 Temmuz FETÖ kalkışması ve sonrasında yaşanan personel zafiyetine rağmen ateş ve manevra gücü ile  Cumhuriyet Donanması ve Mustafa Kemal ruhunu koruduğunu her faaliyeti ile ispat etmektedir. Başta Akdeniz Kalkanı Harekatının 2006 yılından itibaren başlatılması olmak üzere, Doğu Akdeniz’de sergilenen yüksek harekat temposu ve caydırıcılık, Mavi Vatan Tatbikatı ile kreşendo yapmış, Akdeniz ve çevre denizlerde çıkar kayıplarına izin verilmeyeceğini dosta ve düşmana  ilan etmiştir.
Mavi Vatan’ın sathında, hava sahasında ve derinliklerinde görev yapan Cumhuriyet Donanmasının seçkin personelini Türk milleti ayakta alkışlıyor.




6 Mart 2019 Çarşamba

Türkiye, Keşmir, Kuşak ve Yol

Description: IMG_0131 




Türkiye, Keşmir, Kuşak ve Yol
Keşmir sorunu nedeniyle acil toplanan Pakistan Ulusal Güvenlik Kurulu 27 Şubat 2019 günü şu açıklamayı yaptı: "Gerekirse nükleer silah kullanırız". (Eski NATO Komutanı Oramiral James Stavridis 2017 yılında çıkardığı kitabı ‘’Sea Power’’da (Penguin Press) Hindistan ve Pakistan arasında nükleer savaşı açık açık telaffuz ediyordu.) 1947’den bu yana devam eden Keşmir sorunu 14 Şubat 2019 günü Hindistan’a ait Pulwama kasabasında gerçekleşen terör saldırısıyla yeni ve hızlı bir tırmanmayı başlattı. Keşmir’i Pakistan’a katmayı hedefleyen İslami Ceyş-i  Muhammed  örgütünün üstlendiği saldırıda 40 Hintli polis öldürüldü. Hint misillemesi ve İki devlet arasında karşılıklı uçak düşürmeler sonucunda nükleer tehdide ulaşan bir tırmanma yaşandı.
Kriz Tesadüf Değil. Keşmir sorununun bir anda alevlenmesi tesadüf değil. Emperyalizm eski düzeni kolay bırakmaz. Yeni dünya düzeni kurulurken, doğumun sancıları ağır olur. Emperyalizm sınır ve toprak anlaşmazlıklarını pek sever. Çin’in Kuşak ve Yol (BRI) girişiminin en önemli bacağı olan Çin - Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) sorunlu Keşmir Bölgesinden geçiyor. 2700 km uzunluğundaki CPEC, demiryolu, otoyol,  fiber optik kablo hatları, enerji boru hatları, endüstri bölgeleri ve serbest ekonomik bölgelere sahip bir oluşumdur. CPEC, kuşak ve yol girişiminin en önemli parçalarından birisi olarak Çin’in Sincan - Uygur  bölgesinden başlayıp Pakistan’ın Arap Körfezi’ndeki Gwadar limanında sona erer. Bu koridorun en büyük stratejik katkısı şüphesiz Çin’in dış ticaretinin en önemli ulaştırma rotalarının geçtiği Malakka Boğazına olan bağımlılığını azaltmasıdır. Hegemonya için bu koridorun işlemesi ve gelişmesi son derece kritik stratejik bir kayıptır. CPEC engellenmesi gereken bir girişimdir.
Hindistan Çin’e karşı Konumlanıyor. Diğer yandan Çin için Pakistan, Hindistan’ın batıdan çevrelenmesi için son derece uygun bir ortak olmasına rağmen, Pekin, BRI girişimi ile Hindistan’ı yanına çekebilmek için çok dengeli bir siyaset izledi. Öyle bir siyaset ki Hindistan’ın stratejik ortağı olan Rusya’yı da kullanarak iki düşman ülkeyi Şanghay İşbirliği Örgütüne (ŞİÖ) 8 Mayıs 2017’de tam üye yapmayı başarabildiler. Ancak bu girişim bir yumuşama getirmedi. 2017 yılının Haziran’ında Bhutan, Çin ve Hindistan sınırında, ciddi sınır sorunları olan Doklan bölgesinde BRI girişimine yönelik büyük yol inşaatı başladığında, Hindistan askeri güç ile müdahale etmiş ve iki taraf ciddi silahlı çatışmanın eşiğine gelmişti. Bu olaydan bir ay önce Hindistan, ŞİÖ üyesi olmasına rağmen Pekin’de yapılan BRI devlet başkanları zirvesine son anda iştirakten vazgeçmiş, böylece Çin’in BRI  girişimine olan karşı duruşunu açık şekilde sergilemişti. BRI’nın Hindistan açısından en önemli endişe alanı ekonomik koridorun tartışmalı Keşmir bölgesinde Pakistan tarafından kontrol edilen Birgit ve Baltistan’dan geçiyor olması. Bu gelişmeyi Hindistan güvenlik ve egemenlik endişelerini ikinci plana iten bir emrivaki olarak görüyor.
Karmaşık Satranç Hamleleri. Diğer yandan yeni dünya düzeni şekillenirken her sabah yeni satranç hamlelerine uyanıyoruz. Pulwana baskınından  kısa süre sonra 18 Şubat’ta Suudi Veliaht Prensin İslamabat ziyaretinde Pakistan Hükümeti ile 20 milyar dolarlık; 22 Şubat’ta Pekin ziyaretinde Çin Hükümeti ile BRI ve özellikle CPEC’e yönelik 28 milyar dolarlık yatırım anlaşmalarının imzalandığını gördük. ABD’nin başta Suudların liderliğinde Arap NATO’sunu kurmaya çalıştığı bir dönemde Salman’ın Çin ziyareti  ve daha da öte ABD’nin Uygur bölgesi üzerinden Çin’e baskı yaptığı bir konjonktürde Prensin  Çin’in Uygur Bölgesine yönelik hiç bir eleştiride bulunmaması, aksine Çinceyi Suudi okul müfredatlarına almaya karar verdiklerini açıklaması son derece önemli sürprizler oldu.
Hindistan ve Atlantik Cephe.  Her iki dünya savaşını ve soğuk savaşı deniz uygarlıklarının kazandığını düşünürsek 21’inci yüzyılda da bu kural değişmeyecektir. O nedenle Hindistan ve Çin gibi geleneksel karacı devletlerin 21’inci yüzyılda denizlere dönmesi sadece tarihi iyi okuduklarından değil, jeopolitik/Jeoekonomik mecburiyetlerinden kaynaklanıyor. ABD’nin 30 Mayıs 2018’de Hint Pasifik (INDOPACOM) Komutanlığını kurduğu bu yeni mücadele döneminde, Pasifik havzasında topyekun bir savaş çıktığında (nükleer silahlar kullanılmadığı sürece) savaşın kaderini Hindistan’ın durumu tayin edecektir. Tarafsız kalması bile bu kaderi etkileyecektir. O nedenle Keşmir ve Pakistan düşmanlığı başta olmak üzere her türlü sınır ve egemenlik anlaşmazlıkları kullanılarak, değişik kışkırtma senaryoları üzerinden Çin ile düşmanlık makasını açması hedeflenecektir. Söz konusu çatışma ve hatta savaş risklerinin BRI Girişimine menfi etkisi büyük olacaktır. Yapılması gereken Rusya’nın arabuluculuğunda Hindistan ve Pakistan’a itidal tavsiye etmek ve Çin’in büyük ağabey rolünde kendini dizginlemesini sağlamaktır. Kışkırtmalara cevap vermediği sürece Çin kazanacaktır. ABD pek hevesli olduğu Hint-Pakistan nükleer savaşını çıkartamadığı sürece Avrasya’da gerilemeye devam edecektir.