27 Eylül 2018 Perşembe

93 Harbinden Günümüze, Trakya - Kıbrıs Dersleri

Description: IMG_0131 




93 Harbinden Günümüze, Trakya - Kıbrıs Dersleri
1877-78 yıllarında yaşanan ve tarihimizde 93 harbi olarak biline Rus-Türk harbi Osmanlının yıkılışının en önemli kilometre taşıdır. Tuna Cephesindeki başarısızlık Rus ordusunu Trakya üzerinden İstanbul Yeşilköy’e kadar getirmiş ve şehrin işgali Marmara’ya giren İngiliz donanması sayesinde durdurulmuştu. İngiliz Donanmasının faturası Kıbrıs ve Mısır ile ödendi. Harbin kaybedilmesi sadece toprak kaybı ile sonuçlanmadı. İşgal sonunda binlerce Türk Balkanlardan ve Doğu Anadolu’dan göç etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla Balkanlardaki Türk nüfus azaltıldı. Ayrıca bugün yaşanan Ermeni sorununun tohumları bu savaşta atıldı. Neticede Osmanlı, Balkanlar üzerindeki topraklarından vazgeçti ve 250 bin km kare toprak kaybetti. Balkanlarda üç yeni devlet Sırbistan, Karadağ ve Romanya doğdu.
93 Harbi ve Deniz Jeopolitik Kayıpları. 93 Harbinin bugünkü deniz jeopolitiğimize üç yıkıcı etkisi oldu. Kıbrıs gibi çok kritik bir ada kaybedildi. Mısır’ın kaybı ile stratejik Nil suyolu ve havzası; Romanya’nın kaybı ile Tuna su yolu ve havzası kaybedildi. II Abdülhamit bu deniz kayıplarını telafi etmek bir yana, donanmayı yok ederek 1897 Türk Yunan Harbi sonunda Girit’in; İtalyan Harbi ile Libya’nın; daha sonra Balkan Harbi ile tüm Ege Adalarının kaybını ve neticede Donanmasız girilen Birinci Dünya Savaşında neredeyse anavatanın kaybını tetikleyecek sürecin fitilini ateşledi. Donanmasız satranç oynamanın zorluğunu idrak edemedi.
Kıbrıs’tan Kanal İstanbul’a, Stratejik Hatalar Zinciri. Bu girişi yapmamı geçen hafta başında yaşanan iki gelişme tetikledi. Önce Kanal İstanbul projesinin devam edeceği konusunda üst düzey bir açıklama geldi. Daha sonra Kıbrıs müzakerelerinin Eylül sonunda tekrar başlayacağı Güney Kıbrıs’ta Yunanistan Dışişleri Bakanı tarafından açıklandı. Kıbrıs Türk Hükümeti’nin Türkiye’nin garantörlüğünü içeren ‘’güvenlik ve garantiler’’ başlığının müzakeresine onay vermesi en can alıcı başlıktı. Her iki açıklama sonuçları jeopolitik olan bir süreçte sırasıyla iç politikanın ve hariciye diplomasisinin taktikleri olarak algılanabilir. Ancak her taktik hamlenin zamanın ruhu içinde tarihin yaratıcılığı ile birleştiğinde felakete dönüşme potansiyeli olduğunu kim reddedebilir? 2004 Annan referandumunda Türk Hükümeti ve muhalefetinin desteği ile Kıbrıs Türkleri kendilerini köleleştiren plana evet demediler mi? Türk tarihinin utanç verici  bu sayfası Kıbrıslı Türklerin can düşmanı Kıbrıslı Rumlar sayesinde önlenmedi mi?
Kanal Istanbul: Jeopolitik Aşil Topuğumuz. Kanal İstanbul ile devam edelim. Söz konusu projenin Türk Trakya’sını ikiye böleceği ve bir ada yaratacağını daha önceki yazılarımızda vurgulamıştık. O nedenle ne zaman Kanal İstanbul konusu geçse aklıma 93 Harbi ile Balkan Savaşında Çatalca’ya kadar gelen Rus ve Bulgar Orduları geliyor. Yıllar önce Talat Paşanın anılarını okurken irkildiğim bir bölüm halen aklımda duruyor.  II Meşrutiyet sonrası parlamento toplanmış ve memleket meseleleri üzerinde hararetli tartışmalar yaşanıyor. Balkanlarda bir savaşın ayak sesleri bariz. Ancak azınlık vekilleri başta olmak üzere mebusların pek çoğunun derdi savaşın kendi topraklarına zarar verip vermeyeceği konusu. Talat Paşa devlet kimsenin umurunda değil, herkes kendi çıkarını ve kazancını düşünüyor diye uzun uzun dert yanıyor. Parlamento aynı dönemde hararetle donanma mı? şimendifer (tren) mi ? Tartışması yapıyor. Neticede İstanbul, Balkan Harbinde Yunan, Bulgar ve Karadağ’ın kendi aralarındaki kavga nedeni ile kurtuluyor ama donanmasız Osmanlı, Ege Adalarını kurtaramıyor. Kıbrıs’ı geri alamıyor. Tarihi geri saramıyor. Türkiye 15 Temmuz 2016 sonrası ilan edilmemiş büyük çaplı jeopolitik bir mücadelenin içinde. Bu mücadele her cephede devam ediyor. Ekonomik verilerin son 16 yılın en kötü sicilini oluşturduğu; dış manipülasyonlar kadar teslimiyetçi borçlanma ve üretimden uzaklaşmış tüketici bir ekonomik modelin iflas koşullarının yaşandığı bir ortamda ekonomik, çevresel ve jeopolitik kırılmalar yaratacak Kanal İstanbul projesinde ısrar etmenin sebebini anlamakta zorluk çekiliyor. Balkanların AB, ABD ve Çin’in büyük satranç tahtasına dönüştüğü bir ortamda Türk kara ve deniz savunmasına son derece büyük güçlük ve zorluklar yükleyecek Kanal Istanbul adasının varlığının Türkiye için Aşil Topuğu olacağını anlamak o denli zor mu? Batı İstanbul toprak rantının Anadolu jeopolitiğini yönetmesi ne kadar doğru?
KKTC Hükümetinin Türkiye Sorunu. Diğer yandan Kıbrıs müzakere sürecinde KKTC Hükümetinin güvenlik konularını kendi Parlamentosundan yetki almadan yeniden gündeme getirme skandalına ne denebilir? Peki, bu konuda Türkiye’nin oluru alındı mı? Alındıysa, Türkiye’nin 21nci yüzyılda enerji mücadelesinin tepe yapacağı Doğu Akdeniz’de, en büyük kozu olan adadaki askeri varlığını KKTC de jeopolitik kumar masasına sürenler bu tarihi sorumluluğu kiminle paylaşmayı düşünüyorlar? Türkiye’de en yetkili seçilmiş makam, adadaki Türk asker sayısının artırılmasından bahsederken, Kıbrıslı Türkler kendi başlarına güvenlik konusunu gündeme nasıl getiriyorlar? Annan Planından ders alınmadı mı? Sözde müzakere süreci denilen oyalamalarla, Güney Kıbrıs’ın kendisini üniter ve ulus devlet olarak koruyup geliştirirken Türkleri adada azınlık durumuna getirip eriteceğini neden hala görmek istemiyorlar? Başta PESCO olmak üzere AB ve ABD savunma yardımları ile her geçen gün militanlaşan ve silahlanan Rumların çözüm süreci bittiğinde Türklerle sirtaki oynayacağını mı sanıyorlar? Onlara 2300 yaşındaki bir sözle hatırlatma yapalım : Homo Homini Lupus.
Durum Muhakemesi Esastır. 93 Harbi; Trakya’da ve Doğu’da yaşanan büyük yenilgiler; İstanbul’un işgal tehlikesi;  yardıma çağrılan İngiliz Donanması; Karşılığında verilen Kıbrıs ve Mısır. 140 yıl sonrasına bakalım. Kıbrıs Türklerinin içinde bazıları Türkiye’ye adeta düşman; Mısır Türk düşmanlığında almış başını gidiyor. ABD ve AB 15 Temmuz 2016 FETÖ saldırısı sonrası Türkiye’yi her yönden baskı altına alıyor. PKK/PYD ye binlerce TIR cephane sevki devam ediyor. Balkanlarda büyük satranç oynanıyor. Bu konjonktürde Kanal Istanbul devam edecek deklarasyonu yapılıyor. Yorum yüce milletimizindir.


19 Eylül 2018 Çarşamba

Balkanlarda Jeopolitik Satranç

Description: IMG_0131 



Balkanlarda Jeopolitik Satranç
Balkanizasyon ya da Balkanlaşma terimine neden olan bir bölgeden bahsediyoruz. Balkanlaşma çok uluslu bir devletin daha küçük etnik devletçiklere bölünme süreci  olarak tarif edilebilir. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun; ya da soğuk savaş sonrası Yugoslavya’nın dağılma süreci Balkanlaşmaya örnek verilebilir. Tanım, günümüzde dünyanın başka bölgeleri için de kullanılıyor. Ortadoğu’nun Balkanlaştırılması gibi.
Böl ve Yönet. Avrupa kıtasının güneydoğusunda yer alan Balkanlarda artık bölünecek devlet kalmadı. Balkanları, Bosna Hersek, Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan ve Türkiye oluşturuyor. 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun çoğunluk Ortodoks Hristiyan Balkan eyaletleri Çarlık Rusya’sının kışkırtmaları ve sonucunda yaşanan Rus Osmanlı Savaşları sonucu önce özerklik sonra da bağımsızlık kazanarak imparatorluktan koptular. Benzer durum 1871’de birliğini kuran Almanya’nın güçlenmesi ile birlikte Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde kalan bölgelerin Rusya etkisinden koparılması ile yaşandı. Balkan ve Birinci Dünya Savaşları sonucu dört imparatorluk (Osmanlı, Rus, Alman, Avusturya-Macaristan) tarih sahnesinden çekildi ve Yugoslavya, Güney Slavları birleştiren bir devlet olarak ortaya çıktı. ABD bölgeye ilk kez II.Dünya Savaşı sonunda Yunanistan üzerinden girdi.
Balkanlarda Atlantik Etkisi. 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan’ın  NATO üyesi olmasıyla Balkanların önemli bir bölümü Atlantik yapı kontrolüne girdi. Soğuk Savaş sonrası döneme kadar ayakta kalabilen Yugoslavya, 1991’den itibaren parçalanma sürecine girdi ve büyük bir iç savaş sonrası dağıldı. Bu devletten de 6 ayrı ülke ortaya çıktı. Savaşın sona ermesinin NATO operasyonları (IFOR-KFOR) ve ABD liderliğindeki Dayton Barış Antlaşması ile başarılması ABD’ye Balkanlarda önemli prestij ve güç sağladı. 1999 yılında ABD liderliğinde NATO nun BM Güvenlik Konsey kararı olmaksızın Kosova sorunu nedeni ile Sırbistan’a Tomahawk ve hava saldırılarında bulunması, Balkanlarda Amerikan ateş gücünün yaptırım diplomasisi aracı olarak kullanımının son örneğini teşkil etti. 2004 yılında Bulgaristan ve Romanya ile daha sonra Arnavutluk’un NATO üyeliği sağlandı. Günümüzde 12 Balkan devletinin sekizi (Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan ve Türkiye) NATO üyesi; Beşi (Slovenya, Hırvatistan, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan) AB üyesidir. NATO ve AB üyesi olmayan Kosova, ABD sayesinde bağımsızlığını elde etti. Arnavutluk NATO üyeliği dışında ABD ile son derece gelişmiş stratejik ilişkiler içinde.
Balkanlarda Yeni Aktör: Çin. Rusya’nın 19. ve 20. yüzyıllarda Slav-Ortodoks bağlar nedeni ile çok etkin olduğu Balkanlar’da bugünkü etkisi, Amerikan etkisi nedeni ile düşük. Rusya’nın yerini AB ile uzak bir aktör olan Çin dolduruyor.  Bölgede artık Balkanlaşma kelimesinin yerini de, ‘’satranç’’ alıyor. ABD, AB ve Çin arasında oynanan bir satranç. Çin bölgeye iki enstrümanla girdi. Finans ve OBOR (Bir Kuşak Bir Yol) Girişimi. OBOR’da en önemli aktörlerden birisi Yunanistan. Çin 2009 yılından bu yana yatırım yaptığı Pire Limanını  OBOR için Akdeniz’deki ana giriş limanı olarak seçti ve kullanıyor. COSCO’nun 2016 Ağustos’unda Pire limanının II ve III numaralı terminallerini 35 yıllığına çoğunluk hisselerini satın almasıyla, limanın yönetimi Çin kontrolüne girmiş oldu. Transit yükler, Üsküp ve Belgrad üzerinden demiryolu ile Budapeşte’ye ve oradan Almanya’ya erişiyor. Pire bağlantılı ulaşım hatları Çin’in Avrupa da uyguladığı ‘’Kara-Deniz Ekspres Rotası (LSER)’’ projesinin parçası.
Yunanistan’a Baskılar Başlayabilir.  Balkan satrancında önemli rol oynayan Yunanistan’ın Çin ile ilişkilerinin ABD ve AB’yi rahatsız edeceği bir gerçek. Yakında Pire yüzünden Yunanistan’a baskılar artabilir. Diğer yandan Soğuk Savaş günlerine geri döndüğümüz konjonktürde, Yunanistan her geçen gün ABD’nin çekim alanına daha çok giriyor.  Geçen hafta 83. Selanik Uluslararası Fuar açılış töreninde konuşan ABD Ticaret Bakanı Ross, Yunanistan’ın enerji güvenliği kapsamında ABD’nin çok önem verdiği LNG depolama ve gaza dönüştürme projelerinden başlayıp, Doğu Akdeniz’de ABD, İsrail ve GKRY ile Yunanistan’ın geliştirdiği stratejik işbirliğine kadar pek çok alanda Yunanistan’ın önem ve öncülüğüne dikkat çekti. ABD satrancının en ciddi hamlelerinden biri de Larissa’daki Hava Üssüne  Reaper Silahlı İHA’ların yerleştirilmesi oldu. Bu gelişmenin Ege Denizi için oyun değiştirici olduğunu söyleyelim. Yunan halkının AB ve bilhassa Almanya düşmanlığı bugünlerde ABD sempatisi ile dengeleniyor. Eski Yunan eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, Yunanistan’da Temmuz ayı sonunda yaşanan yangının ardından kaleme aldığı ‘’Yangının Ardındaki gerçekler’’ isimli makalesinde şunları yazmıştı: ‘Geçtiğimiz on yılda Yunanistan, yangınlarda ve sellerde yitirdiğinden daha çok insanını AB’nin yol açtığı trajedi yüzünden yitirdi. 2011’den bu yana 20 binden fazla insan intihar etti. AB’nin Yunanistan’a dayattığı ekonomik bunalım sebebiyle çalışma çağındaki her on Yunan’dan biri göç etti.’’ ABD’nin Yunanistan’a tekrar yakınlaşmasında halktaki bu duygular önemli.

AB, Çin’i Balkanlarda Ciddi Rakip Görüyor. Diğer yandan Çin’in gerek Yunanistan, gerekse Batı Balkan ülkelerinde yaptığı yatırımların ABD kadar AB’ yi rahatsız ettiği bir gerçek.  AB, özellikle AB üyesi olmayan Batı Balkan ülkelerinde başta demir yolu ve kara yolu inşa projeleri ile enerji ve ağır sanayi yatırımları olmak üzere Çin yatırımlarının borçlanma üzerinden  stratejik avantaj ve hatta dönüşüme neden olabileceğinden endişe ediyor. Böylece AB nin liberal-kapitalist serbest piyasa ekonomisi yerine devletçi ve özelleştirmelere kapalı bir ekonomik modelin ağırlık kazanacağı iddia ediliyor. (22 Nisan 2018’de Pekin’deki 27 Avrupa Birliği ülkesi büyükelçisinin (Macaristan hariç) ilk kez OBOR projesini eleştiren bir rapora imza attıklarını hatırlatalım.)
Balkanlaşmadan Satranca: Balkanlar’ın Birinci Dünya Savaşı öncesine geri döndüğünü söyleyebiliriz. ABD, AB ve Çin’in satranç hamleleri tarihsel geçmişimiz ve akraba Türklerin varlığı paralelinde doğru okunmalı ve Türkiye, Avrupa’ya çıkış alanı olan Balkanlarda aleyhimize dönme potansiyeli yüksek olan ABD ve AB politikalarını dengeleyebilecek daha aktif dış ve güvenlik politikalarına yönelmelidir. Unutulmamalıdır ki Atlantik sistem Türkiye’yi güneyde Doğu Akdeniz’den kuşatmaya çalışıyor. Ege’deki kuşatmanın Balkanların karasına uzanması önlenmelidir. Çin Türkiye ilişkilerinin OBOR perspektifinde geliştirilmesi tam da bu noktada büyük fırsat sunmaktadır. 














13 Eylül 2018 Perşembe

Pasifik’te Yeni Evre ve Dünya Düzeni

Description: IMG_0131 




Pasifik’te Yeni Evre ve Dünya Düzeni
Pasifik Okyanusu adını Macellan’ın 1520 yılındaki ilk karşılaşmasından alıyor. Büyük Okyanusun sınırsızlığı ve insana huzur veren görüntüsü karşısında donup kalan Macellan’ın ağzından bu kelime (Pacifico) çıkmış. Büyük Okyanus sanayi devriminden sonra küresel güç mücadelesinde belirleyici rol oynayan en önemli okyanus alanlarından birisi oldu. Zira dünya kalpgahının yani Avrasya’nın doğu sahillerini kuşatıyor. Denizde yaşanan olayların karadaki kaderi etkilediği gerçeği bu okyanusta da değişik zamanlarda yaşandı. Günümüzde de küresel ekonomik üretimin yarısından çoğu bu okyanus kıyılarında yapılıyor.
Birinci Evre (Japonya-Çin). Sanayi devrimi sonrası İlk belirleyici evre Japonya’nın bir endüstri gücü olarak küresel oyuncu rolünde dünya sahnesine çıkmasıyla yaşandı. 1894 yılında Yalu Deniz Savaşında Çin’in, Kore üzerindeki hâkimiyetinin artmasını istemeyen Japonya, Kore’de başlayan ayaklanmanın bastırılması maksadıyla, Kore’ye asker gönderen Çin’e müdahale etti. Çin donanması Yalu Deniz Savaşında yenildi. Denizden karaya güç intikal ettiren ve işgallere başlayan Japonya, artık Avrasya karasında oyun kurucu oldu.
İkinci Evre (Japonya –Rusya) 20. Yüzyıla nitelikli bir deniz gücü olarak giren Japonya, Pasifik’te ikinci evreyi 1904’te açtı. 8 Şubat 1904 günü Japon Donanması on savaş gemisi ile Rusya’nın Port Arthur Limanında yatan Pasifik Donanmasına bir baskın yaptı. Savaşın devamında 14 Ağustos 1904'te Vladivostok'daki Rus Donanması bir kez daha yenilgiye uğradı. Bu yenilgilere cevap vermek için hazırlanan ve Baltık’tan gelen Rus Donanması’na, 27 Mayıs 1905'te Tsushima Boğazı'nda bir baskın daha yapıldı ve Japonya’nın Pasifikteki jeopolitik rakibi Ruslar bir kez daha yenildiler. Bu baskın sırasında Japon Donanması 110 kayıp yaşarken, Ruslar 4830 personelini kaybetti. Japonların 10 yıl içinde Çin ve Rus donanmalarını yenmesi Pasifik güç dengelerini alt üst etmekle kalmadı aynı zamanda yüzyıllarca içine kapanmış Japonya’yı emperyal ve saldırgan bir hegemon güce dönüştürdü. Bu savaşta güç kaybeden Çarlık Rusya’sında 1905 devrimi tetiklendi.
Üçüncü evre (ABD-Japonya) İkinci Dünya Savaşında  7 Aralık 1941’de Japonya’nın ABD Deniz Üssü Pearl Harbor adasına saldırmasıyla üçüncü evre başladı. Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan nükleer bombalara kadar 4 yıl devam etti. Pasifikteki ABD hegemonyasını ve Amerikan savaş sanayini dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir şekilde gelişitren asıl savaş bu oldu. Her iki ülke 4 yılda denizdeki silahlanmaya ayrı ayrı bir milyar dolar harcadılar. Bu miktar Amerikan ulusal gelirinin % 1,5 ‘u iken, Japon ulusal gelirinin % 28’i idi. Savaş sonucunda sadece Japon Deniz Kuvvetlerinde 400 bin kişi hayatını kaybetti. 7 Aralık 1941 sabahı Pearl Harbor’a yapılan baskın ile başlayan savaş, denizci emperyal yeni bir hegemonun, kayıtsız şartsız üstünlüğü ile sonuçlanacak süreci başlatmış oldu. Amerikan Donanması’nın bugünkü varlığı, Pasifik’te yaşanan dört yılda saklıdır.
Dördüncü Evre (ABD-Kore) Kore Savaşları sırasında (1950-1953) yaşanan dördüncü evrede Kore/Incheon’a denizden yapılan amfibi harekat Kuzey Kore’nin duraklatılmasında etkili oldu ancak Kore yarımadasının bölünmesini engelleyemedi. Kore’deki  savaşın nedeni Amerikan hegemonyasına meydan okuyan Sovyetler, Kuzey Kore ve Çin’in varlığıydı. Yani ideolojik çatışmaydı. ABD istediğini elde edemedi. Bugün bölünmüş Kore yarımadası, Çin’in en büyük jeopolitik güvencesidir.
Beşinci Evre (ABD- Çin) Denizde beşinci evre, soğuk savaş sonrası ABD ve Çin arasında yaşanıyor. Denizde yükselen Çin bu dönemin oyun kurucusu. Küresel politikada söz sahibi olmak için önce okyanus aşırı donanmaya sahip olmak daha sonra da bu donanmayı destekleyecek üsler zincirine sahip olmak gerekir. Bugün Çin her ikisini de hedefliyor ve gerçekleştiriyor. Ayrıca Rusya ile gelişen stratejik işbirliği, yeni dünya düzeninin kurulma arifesinde Çin’e büyük güç veriyor. Diğer yandan kuvvetler dengesinde Amerikan donanması çok önde olsa da asimetrik yetenekler ile Çin bu açığı kapayacak konuma geldi. Pasifik’te topyekun deniz kontrolü gibi bir hedefi başarması mümkün değil, ancak kendi çıkar alanlarında kendi iradesi dışında bir dayatmaya karşı çıkacak yeteneklere çoktan erişti.
ABD, Çin’i Yenemiyor İtirafı. 22 Nisan 2018’de yapılan ABD Senatosu İnceleme Komisyonu toplantısında  ABD Hint Pasifik Komutanı Oramiral Philip Davidson,  ABD ile sınırlı bir savaşta Çin’in Güney Çin Denizini tamamen kontrol edebileceğini; füze ve denizaltılar ile yaratılan asimetri nedeni ile ABD’nin Çin’i denizde yenmesinin mümkün olamayacağını beyan etti. 2017 yılında gemi sayısında ilk kez Çin, 317 gemi ve 60 denizaltı ile 283 gemiye sahip ABD’yi nicelikte geçti. Bu durum Başkan Xİ ‘nin geçen Nisan ayında söylediği ‘’Güçlü bir donanma oluşturma görevi hiç bir zaman bugünden daha acil olmamıştı’’ sözünün bir teyidi oluyor. Çin pek çok alanda 2000 yılı sonrasında küçülürken donanmasını tam aksine geliştirdi.  ABD Donanmasının Batı Pasifik alanlarına girmesini zorlaştıracak -ABD jargonu ile ‘’erişim engelleyen’’; kendi jargonları ile ‘’müdahale önleyici’’, DF 21 ve DF 26 füze sistemleri ve denizaltı gibi silah ve sistemlere yatırım yaptı. ABD Kongre Araştırma Bürosunun raporuna göre ABD Donanması Pasifik’te bugüne kadar asla böyle bir tehditle karşılaşmadı. Her geçen gün ABD deniz gücünü tehdit eden nitelik ve niceliğe kavuşan Çin, hayati çıkarları olduğu Tayvan Boğazı, Güney ve Doğu Çin Denizi’nden  dışarıya taşıyor. 317 savaş gemisi, 60 denizaltı ve 2500 mil menzile sahip gemiye karşı balistik füze sistemleri ile Çin Donanması Batı Pasifik’i, ABD için kriz zamanı deniz üstünlüğünün geçerli olmadığı bir bölgeye dönüştürdü. Güney Çin Denizi’nde Spratly, Mischief kayalıkları gibi yerlerde üs ve inşaatlar yaparak buraya füze sistemleri  ile av ve bombardıman uçakları yerleştirmesi ABD’nin küresel deniz gücü konumunu zorlaştırmaya devam ediyor.
Üsler Zinciri. Bir yandan da Çin’in bir kuşak bir yol projesi (OBOR/BRI) ile birlikte genişleyen deniz etki alanına üsler zinciri eklemesi paralel ilerliyor. İnci taneleri olarak adlandırılan üsler zinciri, bölgedeki ABD liderliğini ciddi şekilde baskı altına alıyor. Çin, Pasifik ve Hint Okyanuslarında, Bangladeş, Myanmar, Sri Lanka, Şeyseller, Pakistan ve Cibuti’de OBOR üzerinden temin ettiği liman ve lojistik üsler vasıtasıyla donanmasının harekât çapını genişletiyor. ABD Dışişleri Bakanlığının geçen hafta içinde yayınladığı Pasifik Adalarına yardım ve destek politikası belgesi (US Engagement in the Pacific-Department of State)  ile 6 Eylül 2018’de  Yeni Delhi’de gerçekleşen ABD ve Hindistan arasındaki Savunma ve Ticaret işbirliği anlaşmalarını beşinci evre paralelinde görmek gerekir. Türk - Çin ilişkilerinin gelişiminde Pasifikteki bu değişimin göz önünde tutulması gerekir. Zaman, Türk- Çin ilişkilerinin her alanda geliştirilme zamanıdır.