Umutsuzluk Savaşmadan Kaybetmektir.
Mustafa Kemal
Atatürk, Mondros Ateşkesinden 2 hafta sonra, 13 Kasım 1918 günü, 55 parçalık işgal
donanması Sarayburnu açıklarından İstanbul Boğazına giriş yaparken Haydarpaşa
Garında trenden yeni iniyordu. Kendisini bekleyen Fransız bayraklı Enterprise
isimli istimbota (sonradan Kartal istimbotu) binerken yanındaki yaveri Cevat
Abbas’a döndü ve ağzından 3 kelimelik bir cümle çıktı. ‘’Geldikleri gibi gidecekler.’’
Peki neydi Atatürk’ü bu
kadar emin kılan? Bu sorunun cevabı şüphesiz onun içindeki akla,
mantığa, tecrübeye, erdeme, bilgiye ve cesarete dayalı umut birikimiydi. Küresel gelişmeleri çok iyi takip ediyordu.
İngiltere ve Fransa’nın borç batağında yürüttüğü savaşı artık yürütemeyeceklerini
biliyordu. Adana’dan yola çıktığı 9 Kasım gününden itibaren Anadolu’nun değişik
yerlerinde rastladığı Osmanlının yenilgisi ile onurları kırılan halk
kitlelerinin gözlerindeki mücadele ateşini görmüştü. Hepsinden önemlisi
Çanakkale’de Türk askerini ve milletini tanımıştı. Gururu, imparatorluklar
kurmuş ve binlerce yıllık yazılı tarihi olan bir ulusun evladı olarak yenilgiyi
kabul etmiyordu. En azından o an için teslim alınmış olabilirdi ancak bu
yenilmiş anlamına gelemezdi. Zira yenilme yere düşüp ‘’AMAN’’ dilendiği andan sonra başlardı. Bu an asla gelmeyecekti. Bu
nedenledir ki Atatürk daha sonradan ‘’Umutsuz durum yoktur. Umutsuz insan
vardır’’ diyecekti.
Umutsuzluk İntihardır. İkinci Dünya
Savaşında Fransız ordusunda meteorolog olarak görev yaparken Almanlara esir
düşen ve 9 ay Nazi hapishanelerinde kalan ünlü Fransız düşünür, Varoluşçuluk
Felsefesinin kurucusu Jean Paul Sartre ‘’Umutsuzluk
insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur.
Umutsuzluk manevi bir intihardır.’’ Diyordu.
Umut ve Onur kardeştir. Ulusal onur, vefa,
tarihe ve geleneğe sadakat; vatan ve bayrak sevgisi ile donandığında umutsuz zamanların
en iyi ilacıdır. Bu bağdan nasibini
alabilen yüksek ruhlu, onurlu ve cesur yurtseverler zamanı gelir mütareke
döneminde Anadolu’da Kuvay-ı Milliye’ye ve kurtuluşun deniz cephesine katılır;
zamanı gelir bir 20 Temmuz sabahı Kıbrıs’ta gözünü kırpmadan Girne sahiline
ölümüne kapak atmaya gider; zamanı gelir bir 15 Temmuz gecesi Atlantikçi FETÖ
darbesinin kendi halkına kurşun sıkan teröristlerinin karşısına çıkar. Zamanı
gelir bir 24 Ağustos sabahı Fırat Kalkanı harekatı ile emperyalizmin kalbine
hançer gibi saplanır. Zamanı gelir intihar bombacısının üzerine atılır.
Umutsuzlar
niteliksiz çoğunluktur. Zira umutsuzluk teslimiyeti ve köleliği kabul
eder. Fark yaratamaz. Biyolojik hayata odakladır. Gelecek nesilleri düşünmez.
Ulusal ya da kişisel onur önemli değildir. Edilgendir. Boyun eğmeyi gerektirir.
Genelde zor durumlarda umudunu kaybetmeyenler her zaman azınlıkta olmuştur, ama
tarihi de onlar yazmıştır. Kurtuluş Savaşı ve Kuvayı Milliye bu konudaki en
güzel örneklerdir. Bahriyeden örnek verelim. 1919-1922 arasında Bahriye Mektebi
mezunu 233 deniz subayı Anadolu’ya kaçtı
ve umut cephesine katıldı. Toplam 1500 subay içinde, sadece 233 kişiydiler. Ama
farkı onlar yarattı. Karadeniz’de Rusya’dan taşıdıkları 400 bin ton cephane ile
savaşın kazanılmasını sağladılar.
Cesaretin Gücü. Bu bağdan yani
umutlu ve onurlu olmaktan nasibini almak, gelir durumuna, makama, ya da rütbeye
göre gerçekleşmez. Bu bağ ruhun asilliği, başın her durumda dikliği, karakterin
üstünlüğü ve yüreğin cesaretinden gücünü alır. Cumhuriyete, Mustafa Kemal’e,
uygarlığa sahip çıkmak için paraya, güce veya üniformaya ihtiyaç yoktur. Tek ihtiyaç
boyun eğmemek ve ruhen teslim olmamaktır. O da umut etmeyi gerektirir. Umudun
olduğu her anda ve yerde mutlaka bir çözüm vardır. Umutsuzluk ise savaşmadan
kaybetmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder