25 Ocak 2017 Çarşamba

Umutsuzluk Savaşmadan Kaybetmektir.





Umutsuzluk Savaşmadan Kaybetmektir.
                  Mustafa Kemal Atatürk, Mondros Ateşkesinden 2 hafta sonra, 13 Kasım 1918 günü, 55 parçalık işgal donanması Sarayburnu açıklarından İstanbul Boğazına giriş yaparken Haydarpaşa Garında trenden yeni iniyordu. Kendisini bekleyen Fransız bayraklı Enterprise isimli istimbota (sonradan Kartal istimbotu) binerken yanındaki yaveri Cevat Abbas’a döndü ve ağzından 3 kelimelik bir cümle çıktı. ‘’Geldikleri gibi gidecekler.’’
                  Peki neydi Atatürk’ü bu kadar emin kılan? Bu sorunun cevabı şüphesiz onun içindeki akla, mantığa, tecrübeye, erdeme, bilgiye ve cesarete dayalı umut birikimiydi. Küresel gelişmeleri çok iyi takip ediyordu. İngiltere ve Fransa’nın borç batağında yürüttüğü savaşı artık yürütemeyeceklerini biliyordu. Adana’dan yola çıktığı 9 Kasım gününden itibaren Anadolu’nun değişik yerlerinde rastladığı Osmanlının yenilgisi ile onurları kırılan halk kitlelerinin gözlerindeki mücadele ateşini görmüştü. Hepsinden önemlisi Çanakkale’de Türk askerini ve milletini tanımıştı. Gururu, imparatorluklar kurmuş ve binlerce yıllık yazılı tarihi olan bir ulusun evladı olarak yenilgiyi kabul etmiyordu. En azından o an için teslim alınmış olabilirdi ancak bu yenilmiş anlamına gelemezdi. Zira yenilme yere düşüp ‘’AMAN’’ dilendiği andan sonra başlardı. Bu an asla gelmeyecekti. Bu nedenledir ki Atatürk daha sonradan  ‘’Umutsuz durum yoktur. Umutsuz insan vardır’’ diyecekti.
                  Umutsuzluk İntihardır. İkinci Dünya Savaşında Fransız ordusunda meteorolog olarak görev yaparken Almanlara esir düşen ve 9 ay Nazi hapishanelerinde kalan ünlü Fransız düşünür, Varoluşçuluk Felsefesinin kurucusu Jean Paul Sartre’Umutsuzluk insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur. Umutsuzluk manevi bir intihardır.’’ Diyordu.
Umut ve Onur kardeştir. Ulusal onur, vefa, tarihe ve geleneğe sadakat; vatan ve bayrak sevgisi ile donandığında umutsuz zamanların en iyi ilacıdır. Bu bağdan nasibini alabilen yüksek ruhlu, onurlu ve cesur yurtseverler zamanı gelir mütareke döneminde Anadolu’da Kuvay-ı Milliye’ye ve kurtuluşun deniz cephesine katılır; zamanı gelir bir 20 Temmuz sabahı Kıbrıs’ta gözünü kırpmadan Girne sahiline ölümüne kapak atmaya gider; zamanı gelir bir 15 Temmuz gecesi Atlantikçi FETÖ darbesinin kendi halkına kurşun sıkan teröristlerinin karşısına çıkar. Zamanı gelir bir 24 Ağustos sabahı Fırat Kalkanı harekatı ile emperyalizmin kalbine hançer gibi saplanır. Zamanı gelir intihar bombacısının üzerine atılır.
 Umutsuzlar niteliksiz çoğunluktur. Zira umutsuzluk teslimiyeti ve köleliği kabul eder. Fark yaratamaz. Biyolojik hayata odakladır. Gelecek nesilleri düşünmez. Ulusal ya da kişisel onur önemli değildir. Edilgendir. Boyun eğmeyi gerektirir. Genelde zor durumlarda umudunu kaybetmeyenler her zaman azınlıkta olmuştur, ama tarihi de onlar yazmıştır. Kurtuluş Savaşı ve Kuvayı Milliye bu konudaki en güzel örneklerdir. Bahriyeden örnek verelim. 1919-1922 arasında Bahriye Mektebi mezunu 233 deniz subayı Anadolu’ya kaçtı ve umut cephesine katıldı. Toplam 1500 subay içinde, sadece 233 kişiydiler. Ama farkı onlar yarattı. Karadeniz’de Rusya’dan taşıdıkları 400 bin ton cephane ile savaşın kazanılmasını sağladılar.

Cesaretin Gücü. Bu bağdan yani umutlu ve onurlu olmaktan nasibini almak, gelir durumuna, makama, ya da rütbeye göre gerçekleşmez. Bu bağ ruhun asilliği, başın her durumda dikliği, karakterin üstünlüğü ve yüreğin cesaretinden gücünü alır. Cumhuriyete, Mustafa Kemal’e, uygarlığa sahip çıkmak için paraya, güce veya üniformaya ihtiyaç yoktur. Tek ihtiyaç boyun eğmemek ve ruhen teslim olmamaktır. O da umut etmeyi gerektirir. Umudun olduğu her anda ve yerde mutlaka bir çözüm vardır. Umutsuzluk ise savaşmadan kaybetmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder