Mavi Vatan
Amiral
Cem Gürdeniz
Denizcilik
Gücü, Deniz Bilimleri ve Antarktika’da
Üs
Deniz ve
denizciliğin bilimsel tabanda yüzlerce alt disiplini vardır. Bu alt
disiplinlerde önemli olan bilimsel faaliyetlerin denizcilik gücünün gelişimine
doğrudan veya dolaylı bir katkısının olmasıdır. Bir devletin deniz bilimleri yani
deniz ve okyanusları içindeki canlı ve cansız tüm unsurları ile inceleyen
bilimsel alanda yürüttüğü araştırmalar
ile bunların toplum yararına sunduğu somut projeler, denizcilik gücünün önemli
unsurlarından sayılabilir. Bu tip araştırmalar ülkelere sadece prestij getirmez,
aynı zamanda refah ve güvenliğine katkı sağlar. Bu konuda eski ABD
Başkanlarından John F. Kennedy’nin şu sözleri yol göstericidir:
“Denizlerle ilgili bilimsel çabalarımızın
nedeni merak değil; hayatta kalmamızın denizlere bağlı olduğuna
inanmamızdandır.”
Deniz ve okyanusların araştırılmasına yönelik
deniz bilimlerinin (hidrobiyoloji, deniz jeofiziği, deniz jeolojisi, oşinografi
ve hidrografi vb.) dışında, ayrıca seçilmiş alanlarda denizcilik gücünün
gelişmesine katkı sağlayacak bilimsel araştırmaların yapılması, bu alanlarda
bilgi depolanması ve gelecek kullanıcılar için hazır hale getirilmesi önem arz
eder. Deniz teknolojileri, deniz gücü,
deniz stratejisi, deniz harekâtı, deniz taktiği, deniz tarihi, deniz hukuku, deniz
ticaret hukuku, deniz lojistiği, deniz işletmeciliği, deniz sigortacılığı, su
altı arkeolojisi, su altı hekimliği, su sporları, deniz turizminin alt
disiplinlerinde icra edilen araştırmalar ve bilimsel ürünler denizcilik gücünün
bilimsel faaliyetleri arasında gösterilebilir. Gerek kültürel ve gerekse
bilimsel faaliyetler sonucunda bu alanlarda öne çıkan deniz bilimcileri, gemi
inşacılar, makine mühendisleri, dizaynerler, deniz stratejistleri, deniz
tarihçileri, deniz işletmecileri ve deniz hukukçuları ve benzeri uzmanların
uluslararası ortamda aranan şahsiyetler arasına girmesi devletlere ayrıcalık
sağlar. Bu şahsiyetlerin uluslararası
bilimsel kuruluşlar ile denizcilik
örgütlerinde önemli mevkileri işgal etmesi ise bu ayrıcalığı katlar. Böylelikle
bilimsel çalışma/araştırmaları yapan ülkelere denizcilik alanının yönetiminde ve
siyasa belirlenmesinde söz sahibi olma olanağı tanır. Bu kapsamda ülkede deniz bilimleri
ve denizciliğe yönelik araştırma kurumları ile mükemmeliyet merkezlerinin
varlığı da mavi gücün yani denizcilik gücünün önemli göstergeleri arasındadır.
Deniz Bilimlerinde Çok Geriyiz. Ülkemizde
deniz bilimleri ve alt disiplinlerinde yani hidrobiyoloji, deniz jeofiziği,
deniz jeolojisi, oşinografi, hidrografi vb.
alt disiplinlerinde uluslararası çapta öneme sahip araştırmacı ve araştırmalar son
derece azdır. Marmara fayının incelenmesinden, Süveyş kanalı üzerinden
denizlerimize giren yabancı deniz canlılarının varlığına yönelik araştırmaları
bile günümüzde yabancılar yapıyor. Daha kötüsü, Türk Boğazlarının oşinografik
ölçüm sistemleri bile yeterli değil. Boğazlarımızda, temel tuzluluk ve sıcaklık
değişimlerini bile inceleyemeyen bir sistemin içindeyiz.
Çevre
denizlerimiz başta olmak üzere, denizler ve okyanuslara yönelik ihtiyaç duyulan
bilimsel verilerin elde edilmesi ile deniz ticareti, balıkçılık, deniz dibi
madenciliği, tersanecilik gibi denizcilik alanında faaliyet gösteren
sektörlerin gelişmesine esas teşkil edecek kapsamlı bilimsel araştırmalarla bu
yöndeki gayretlerin eşgüdümünü sağlayacak merkezi bir mekanizmamız yok.
Dolayısıyla bu araştırmalar gelişigüzel ve bütüncül bir planlama olmadan
yapılıyor. Öncelikler saptanamıyor.
Antarktika Projesi Gerçeklerden
Uzaklaştırıyor. Geçen hafta basında yer alan haberlere göre
Türkiye, Antarktika kıtasına
kuracağı bilim üssü için çalışmaları hızlandırdı. Bu projeyi geçmiş yazılarımda
da eleştirmiştim. Türkiye, kendi çevre denizlerindeki balık stoklarını, deniz
dip yapısını dahi tespit etmeden, Antarktika Kutup
Bilimsel Araştırmalar Merkezini kurma girişimini başlattı. Bölgede iki konteynerde kurulacak bilim üssünde farklı
alanlarda bilimsel araştırmalar yapacak, farklı üniversitelerden biyoloji,
jeofizik, astrofizik, veterinerlik, zooloji, botanik, fizik ve deniz bilimleri
gibi alanlarda uzman isimler görev yapacakmış. Seçilmiş bilimsel araştırma
alanları arasında kıtadaki bitkiler, hayvanlar ve diğer canlıların incelenecek,
penguen ve deniz aslanlarıyla yosun yapısı
da mercek altına alınacakmış.
Öncelikle
bu kıtanın hiç bir devlete ait olmadığını yani bir egemenlik hakkının söz
konusu olmadığını hatırlatalım. Yani burada kurulacak bir bilim üssünün
stratejik kazanç sağlamayıp, sadece bilimsel prestij getireceğini vurgulayalım.
Diğer taraftan Türkiye’nin sadece Antarktika’da değil,
Arktika yani Kuzey Buz Denizinde de varlık göstermesine inanlardanız. Ancak her
şeyin bir sırası var. Örneğin Türkiye, kendi milli uçağını yapamazken, uzaya
astronot gönderebilir mi? Halen kendi çevremizdeki denizleri ve hatta bir iç
deniz olan Marmara Denizinde bile bilimsel durumsal farkındalığımız yok iken,
Antarktika’da bilimsel üs projesinin kamuoyuna büyük bir bilimsel proje olarak
sunulması ve halkın kendi evindeki gerçeklerden uzaklaştırılmasını anlamakta zorluk
çekiyoruz. Türkiye’de doğanın vahşice katledildiği, Kanal İstanbul benzeri
doğayı ve denizdeki tüm dengeleri yok edecek pek çok projenin hayata
geçirilmeye çalışıldığı -ve bir avuç bilim insanı dışında kimsenin sesinin
çıkmadığı- bir konjonktürde Antarktika’daki yosunların ve penguenlerin
incelenmesine gayret ve bütçe ayrılmasını anlamakta zorlanıyoruz.
Tekrar edelim, denizlerimizin diplerini bilmiyoruz. Her üç çevre
deniz ve Marmara’daki balık stoklarımızı bilmiyoruz. Türkiye denizlerinin 500
metreden derin sularındaki canlı hayatın varlığına yönelik bilimsel bir
çalışma, bugüne kadar yapılmamıştır. Marmara Denizi gibi bir iç denizimizde bugüne
kadar, 900 metreden örnek alabilmek için Japon, Fransız ya da İtalyan gemileri
kullanıldı.
Deniz diplerinin altındaki doğal gaz ve petrol rezervlerimize
yönelik potansiyelimizi bilmiyoruz. Bu iş için
gereken sismik sörveylerin sadece yüzde 1’ini tamamlayabildik.
Türkiye’de 1983 yılından sonra açılan su ürünleri fakülteleri 20
civarındadır. Ayrıca yine sayıları 20’yi bulan iki yıllık yüksek okullar
vardır. Ancak öğretim üyelerinin yetersiz olduğu bu okulların, çoğunun
araştırma gemisi olmadığı gibi, laboratuvarları bile yoktur. Lütfen biraz
ciddiyet. Türkiye son 90 yılın en cahil dönemini yaşıyor olabilir, ancak bilim
insanlarımızın bu dönemdeki savrulmaları anlaşılır gibi değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder