12 Temmuz 2015 Pazar

Kürt Koridoru, Denize Çıkış ve Deniz Lojistiği

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
                   Kürt Koridoru, Denize Çıkış ve Deniz Lojistiği
Güneyimizde devam eden, gerek devletimizin bekasına, gerekse bölgesel barış ve istikrara açık tehdit teşkil eden Irak ve Suriye’de yaşanan parçalanmaların iki önemli emperyal hedefi var.  Birincisinde bölgenin doğal kaynaklarının Avrupa Atlantik finans kapital sistemin tam kontrolüne girerek, bu kaynakların engelsiz şekilde Akdeniz’e erişmesini sağlamak. Diğeri de bu hedefi gerçekleştirirken Mezopotamya’da Akdeniz’e doğrudan bağlanmış bağımsız Kürt devletini kurarak hem jeopolitik hem de jeoekonomik yeni bir cephe kurmak. Doğu Akdeniz’de 20’nci yüzyıl ortasında kurulan İsrail’den sonra 21’nci yüzyılda ikinci İsrail olarak kurulacak Kürdistan, Doğu Akdeniz’de, neoliberal sisteme taze kan getirirken, Doğu Akdeniz’de yüzyıllarca sürecek kan dökülmesinin yolunu açacak.
                  Büyük oyunun neoliberal ekonomik hedefi, Doğu Akdeniz ve Mezopotamya’daki petrol ve doğal gaz zenginliğini (İsrail, Irak, Suriye, Rum ve “Barzanistan”) ABD, İsrail ve Avrupa sermaye birikimine eklemek ve dünya pazarına etken Rus-İran petrol ve özellikle doğal gaz tekelini kırmaya katkıda bulunmaktır.
           Irak Federal Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani’nin 17 Kasım 2013 günü “Kuzey Kürdistan”a Hoş Geldiniz’’ sloganıyla karşılandığı Diyarbakır ziyaretinin hemen ardından partisi KDP’nin internet sitesinde İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin 21 ilini kapsayan büyük Kürdistan haritası yayımlanmıştı. Bu haritanın, 2006 Baharında ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde emekli Albay Ralph Peters tarafından yayınlanan “Kan Sınırları: Daha iyi bir Ortadoğu Nasıl görünürdü?” isimli makalesindeki haritadan farklıydı. Bu haritada Kürdistan’ın Akdeniz’de de kıyısı vardı. Amerikalı Albayın 2006 yılındaki haritasında Kürtlere sadece Karadeniz’de dar bir kıyı veriyordu. Barzani’nin 2013 haritası İskenderun Körfezimizde neredeyse Yumurtalık limanının güneyinde kalan sahillerimizi sözde Kürdistan’a dâhil etmiş.
           Denize çıkış esastır. Emperyalizm bu iki hedefi elde edebilmek için var gücüyle dışarıda ve içerde savaşıyor. PKK ve HDP ileri gelenlerinin açıklamalarını herhalde kullanışlı ve akıllı aydınlarımız iyi okuyorlardır. Yakın vadede Suriye ile Irak’tan orta vadede, ülkemizden koparılmaya teşebbüs edilecek  topraklar üzerinde oluşturulacak bağımsız Kürdistan’ın denize erişmesi emperyalizmin bu aşamada en önemli ara hedefidir. Denize erişim o kadar önemli ki, bu sağlanamadığı takdirde bağımsız Kürdistan ilan edilse bile yeni devletin yaşayamayacağını herkes biliyor. Zira deniz ve deniz ulaştırması olmadan ağır silahların yığınaklanması ve güç intikali sağlayacak kara unsurlarının büyük çaplı intikali yapılamıyor. Dışarıyla deniz bağı olmayan yeni kurulmuş bir devletin ne savunma, ne güvenlik ne de refahı kalıcı olamıyor.
           Savaş Lojistiğinin Vaz Geçilmezi Denizdir. Günümüzde yeryüzündeki ülkelerin % 80’inin denizde sınırı var. Dünya nüfusunun %95’i sahillerin 1000 km’si içinde yaşıyor. Siyaseten önemli metropollerin kabaca % 60’ı kıyıların 100 km’si; i %70’i  ise 500 km’si  içinde yaşıyor. Dünya başkentlerinin % 80’i kıyılarda yoğunlaşmış durumda. Deniz ve okyanuslarda hegemon bir gücün söz konusu şehirlerin denizle bağlantısını ablukalar nedeniyle kestiğini düşündüğümüzde ABD’nin neden her okyanus ve denizde savaş gemisi bulundurduğu ve her sene Donanmasına 150 milyar dolar harcadığı ortaya çıkıyor. Zira deniz ulaştırmasından daha ucuz ve ekonomik bir ortam henüz bulunamadı. Deniz ulaştırması demir yolundan 3, kara yolundan 7 ve hava yolundan 21 kat daha ucuz olduğu sürece bu durum devam edecektir. Aynı durum bölgesel veya küresel bir savaş durumunda da geçerliliğini koruyacaktır. Zira askeri malzemelerin yığınaklanma için deniz ulaştırmasından başka bir yöntemle çok büyük tonaj ve taşıma frekanslarında nakledilmesi olası değil.
  Tarihten Örnek. 17 Ocak 1991 günü başlayan Çöl Fırtınası harekatı ile ABD önderliğinde Suudi Arabistan’da oluşturulan Koalisyon Kuvveti 450 bin askerlik bir güçle Kuveyt’i işgale  girişti.  Bu harekat savaş lojistiğinde yeni rekorlar kırdı. İkinci Dünya Savaşında bir zırhlı tümenin günlük cephane ihtiyacı 500 ton, günlük yakıt, yemek ve su ihtiyacı 300 ton iken bu değerler 1991 harekatında cephane için 5000 ton, yakıt için 2 milyon ton, yemek için 80 bin rasyon olmuştu. Ağustos 1990 ile Mart 1991 arasında ABD ile Avrupa’dan toplam 5,5 milyon ton yük yaklaşık 500 yardımcı gemi/ticaret gemisi ile Suudi Arabistan limanlarına getirilmişti. Savaşın sadece ilk 6 ayda 2,5 milyon ton taşınmıştı. Bu miktar dünya tarihinin en büyük amfibi harekatı olan II. Dünya Savaşındaki Normandiya harekatının dört katıydı. ABD, hava meydanları, limanlar ve kara yolları için son on yılda Suudi Arabistan’da yaklaşık 650 milyar dolar harcamıştı.  Bu konvoylar Akdeniz’den itibaren NATO gemileri dâhil 220 suüstü gemisi ile desteklenmişti. Irak’a karşı uygulanan deniz abluka ve ambargosunu da bu gemiler sağlamış, yaklaşık 7000 ticaret gemisi 6 ay içinde sorgulanmıştı.  Suudi kabul limanları olmasaydı bu harekat olmazdı.
           Bu sayıları neden verdim? Eğer Suriye ya da Türkiye üzerinden bağımsız Kürdistan Akdeniz’e erişirse Kürtlerin müttefiki Avrupa-Atlantik yapının hegemonyasındaki denizler ve okyanuslar, kesintisiz bir şekilde Kürdistan topraklarının devamı olacaktır. Akdeniz’de İkinci Irak Harekâtı olan Irak’a Özgürlük (OIF) harekatında 1 Mart 2003 tezkeresi ile Amerikan askerinin İskenderun ve Mersin’e çıkmasına o zamanlar Sayın Kemal Anadol gibi liderlerin yer aldığı gerçek muhalefeti olan Türkiye izin vermemişti.  Kuzeyde cephe açılamamış, Amerikan’ın Akdeniz’deki deniz köprüsü güney cepheye yöneltilmişti. Şimdi Kürdistan Akdeniz’e eriştiğinde artık ABD yığınaklanması için hiç bir sorun kalmayacaktır. Bu yığınaklanmanın Rusya’nın Tartus’ta bulunan donanma varlığı ile 100 bine yakın askeri varlığına oluşacak tehdidi ayrıca değerlendirmek gerekir. Denize çıkan Kürdistan, Ortadoğu jeopolitiğini alt üst edecektir. İçinde bulunduğumuz durum 100 yıl önceki Balkan Harpleri dönemini aratmıyor. Tek fark, jeopolitik depremi Türkiye cephesinde demokrasi uğruna kendi ellerimizle hazırlıyoruz. Maalesef Türk halkı ve aydınlarının ciddi bir kısmı, 1911 Osmanlı halkından bile daha cahil ve duyarsız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder