Gıda
Güvenliği ve Güneydoğumuz
Ortalama bir
Amerikalı aylık gelirinin onda birini gıdaya harcıyor. Bu oran az gelişmiş ülkelerdeki insanlar için onda yedi
civarında. ABD ve AB gibi gelişmiş dünya ülkelerinde gıda arzındaki fiyat
artışları, sosyal dengeleri kolayca bozmuyor. Ancak gelişmemiş ülkelerde deprem
etkisi yaratıyor. 2010 yılında dünya buğday fiyatları mahsul azlığı nedeniyle
yüzde 75 arttığında küresel gıda krizi baş göstermiş, 2010 ve 2011 yılında
yaşanan Arap Baharındaki halk ayaklanmalarında söz konusu fiyat artışlarının
rolü büyük olmuştu.
Gelişmiş ülkeler ürün fazlasını yardımda
kullanmıyor, kendisine saklıyor.
Günümüzde gıda
sorunu aşırı nüfus artışından, su kıtlığından ve küresel ısınma kaynaklı anormal
hava koşullarından kaynaklanıyor. (Mevsim normalleri ısısının 1° C artması mahsulü yüzde 10 düşürüyor.) Eskiden ABD
gibi gelişmiş endüstriyel ülkeler küresel bir gıda krizi olduğunda mevcut ürün
fazlasını kıtlık çeken ülkelere yardımda kullanıyor ve böylece siyasi etkisini
de kullanmış oluyordu. Ancak 21’nci yüzyılda artık hiç bir ülke ürün fazlasını
bu şekilde kullanmıyor. Bunun iki temel nedeni var. Öncelikle dünya nüfusu hızla
artıyor. Ülkeler kendi ihtiyacını karşıladıktan sonra ancak ticaret amacıyla
fazla mahsulü satıyor. Ayrıca ABD gibi tarım devi ülkeler, ihtiyaç fazlası
üründen yakıt elde ediyor. 2010 yılında ABD 400 milyon ton tahıl elde etti ve
bunun 126 milyon tonundan otomobil yakıtı elde etti. Küresel nüfus artışı gıda
güvenliğinde en büyük risk alanı. 2014 Temmuz ayı değerleri ile küresel nüfus 7,174,611,584.
Bu sayının çoğu genç insanlardan oluşuyor. Dünya nüfusu her 15 yılda yaklaşık bir milyar kişi artıyor. Dakikada
108 ölüme karşılık, 255 doğum oluyor. Diğer yandan gıda gereksinimini sadece
insanlar için de düşünmemek gerekir. Zira artan nüfus, daha çok et, yumurta
yani canlı hayvanlardan elde edilen gıdaları da tüketiyor. Dolayısıyla bu
hayvanları besleyecek tarımsal ürünlerde de talep artışı yaşanıyor.
Yer altı suları tüketilince ne yapılacak
bilinmiyor.
Gıda
fiyatlarındaki artışın bir nedeni de su kıtlığı. Su kıtlığının da pek çok
nedeni var. Başta iklim değişikliği geliyor. Küresel ısınma sonucu oluşan
kuraklıklar yer altında biriken suların tüketilmesini tetikliyor. Bu durum
günümüzde Suudi Arabistan gibi Ortadoğu ülkelerinde had safhada yaşanıyor.
Azalan su, tahıl üretimini düşürüyor. Günümüzde yer altı sularının aşırı
kullanımına bağımlı şekilde beslenen insan sayısı yarım milyar civarında. Başta
Çin, Hindistan ve Ortadoğu ülkeleri olmak üzere pek çok ülkede yer altı suları
aşırı kullanım sonucu tüketilince ne yapılacak bilinmiyor.
Artan gıda ihtiyacı, ülkeleri başka
ülkelerde tarım alanı kiralamaya zorluyor.
Su kıtlığında
ayrıca ekilebilir alanların ve ormanların tahribatı, neoliberal kapitalizmin
gelişmekte olan ülkelerden aç gözlü bir şekilde toprak satın alması ve bu alanları
sulaması da rol oynuyor. Diğer taraftan günümüzde dünyada ekilebilir alanların
üçte biri erozyon tehdidi altında. Artan gıda ihtiyacı, yetersiz arz ve azalan su ile ekili alanlar gıda güvensizliği
yaşayan ülkeleri başka ülkelerde tarım alanı kiralamaya zorluyor. Dünya
tarihinde böyle bir durum ilk kez yaşanıyor. Bugün Çin, Suudi Arabistan ve
Körfez Emirlikleri gibi pek çok ülke dünyanın değişik yerlerinde tarım arazisi
kiralıyor. Sonuç ortada. Gıda ve su eksikliği nedeniyle yaklaşık 1 milyar insan yeterli gıdaya
erişemiyor ve her gün aç yatıyor.
2002 yılında tarımın milli gelirdeki
payı yüzde 14 iken bugün yüzde 8’e düştü.
Türkiye’de yaklaşık
59 milyon insan, ayda 1200 lira altında bir gelirle geçiniyor. Nüfusumuzun
beşte biri yoksulluk sınırı altında. İki
milyon insanımız günde iki dolarla yaşıyor. Türkiye 2003 yılına kadar gıda
güvenliğinde kendi kendine yeten bir ülke idi. Zirai ürün ithalatına bağımlı
değildi. Tarımın milli gelirdeki payı 2002 yılında yüzde 14 civarındaydı. Bugün
bu değer yüzde 8’e düştü. 20 milyon hektar üzerindeki ekilebilir
tarım arazisi ile 214 ülke içinde 15'inci sırada yer alan Türkiye, gıdada
kendine yetemiyor ve ithalat yapıyor. Bu durum şimdilik büyük sosyal
dengesizliklere neden olmuyor. Ancak sürdürülebilir değil. Nüfusumuzun yüzde
74’ü şehirlerde yaşıyor. Bu nedenle gelecekte yaşanacak bir gıda krizinde büyük
şehirlerde sosyal patlamalar kaçınılmaz olabilir.
Türkiye için gıda ve su güvenliği,
enerji güvenliğinden bile önemlidir.
Su ve gıda
olmadan hayat olmaz. Bu kapsamda geleceği her iki hayati alanda da
planlamalıyız. Maalesef suyumuz ve ekilebilir arazilerimiz yanlış hükümet
politikaları ve tarımda küçülmeyi dayatan AB hayali sonucu her geçen gün
azalıyor. Ekilebilir alanlarla suyu buluşturabilen ülkeler, 21’nci yüzyılda
gıda güvenliğini garantiliyor. GAP projesi ile güneydoğuda hedeflenen de tam
budur. Barzani’nin 2013 yılında yayınladığı Büyük Kürdistan haritasına
baktığımızda GAP bölgesi Türkiye Kürdistan’ı olarak Büyük Kürdistan’da yerini
almış. Türkiye’deki ayrılıkçılar bunu gizlemiyor. HDP’ye oy veren ve PKK’nın
IŞID ile savaştığı için iyi olduğuna inanan entelektüel görünümlü siyaset
cahillerine hatırlatalım: Türkiye'de
sulanabilir 8,5 milyon hektar arazinin yüzde 20'si, GAP Bölgesi'nde yer alıyor.
Dicle ve Fırat sayesinde sadece sulama ihtiyacı değil, yılda 27 milyar
kilovat-saat hidroelektrik enerji üretimi ile ülke enerji ihtiyacının büyük bir
bölümünün karşılanması da sağlanacak. Yani Güneydoğu, jeopolitik değeri ve
petrol/doğal gaz potansiyeli bir yana gıda, su ve hidroelektrik enerji
potansiyeli ile torunlarımızın gelecekteki hayat garantisidir. Bu garantinin
koruyucusu da devletin kendisidir. (27. 9. 2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder