Balıkçılığımız nereye gidiyor?
15
Nisanda balıkçılarımız için avlanma yasağı dönemi başladı. Bu yasak 1 Eylül
2016’ya kadar devam edecek. Ülkemizde balıkçılık ve su ürünleri
yetiştiriciliğinde yaklaşık 50 bin kişi istihdam ediliyor ve 150 bin kişi bu
sektörden ekmek yiyor. Bu sektör 2014 yılında 302 bin ton balık avladı ve 237 bin ton balık
yetiştirdi. Ancak bu miktarlar bir deniz ülkesi olan Türkiye için çok düşük.
Zira fert başına kabaca 6 kilo balık tüketiyoruz. (AB ülkeleri için 24, Japonya için 90 kilo.) Türkiye’nin tarım
alanları kadar balıkçılık alanı olduğu göz önüne alınırsa avladığımız ve
çiftliklerde ürettiğimiz miktarlar yetersiz. Ancak denizlerdeki stoklar da
neredeyse tükenme aşamasına geldi. Kısaca balıkçılığımızda ciddi sorunlar var.
Dünyada
ve Türkiye’de Balık Stokları Bitiyor. 21’nci yüzyılın ilk 16
yılını yaşayan nesiller olarak acı bir gerçekle karşı karşıyayız. Birleşmiş
Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve OECD gibi kuruluşlar, küresel balık
stoklarının tükenme ve
çöküş aşamasına geldiği konusunda hemfikirler. Bu durum bizim için de
geçerli. Bunu küresel ısınma, kirlilik ve yan komplikasyonları ile bir arada
değerlendirirsek endüstriyel
medeniyetin ve özellikle 70’ler sonrası
uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarının doğayı ne denli zorladığı ortaya
çıkmaktadır. Bugün dünya balıkçılık yönetiminde aşırı avcılığın ve kayıt dışı
faaliyetlerin önlenmesi, stokların iyileştirilmesi, filoların ekonomik işletme
seviyesine getirilmesi, av gücünü artırıcı desteklerin engellenmesi,
kaynakların bütüncül yönetiminin sağlanması, koruma alanlarının artırılmasına
yönelik faaliyetler gündemin en önemli konularıdır.
Azalan
Stoklar ve Bozulan Doğal Denge.
Türkiye’de balıkçılık ve su ürünleri alanında sorun iki ana alanı içeriyor.
Biri kişi başına tüketilen balık miktarı. Diğeri de azalan balık stoklarımız ve
bozulan doğa. Birinci sorun ekonomik olduğu kadar sosyolojik inceleme de
gerektiriyor. İkinci sorunun temel nedenleri ise aşırı avlanma ile kirlilik. Mavi
vatan sularındaki balık stoklarımız azalıyor. Örneğin mavi vatanımızda 2007
yılında 584 bin ton balık avlanmışken, 2014 yılında bu miktar 266 bin tona
düştü. 100 yıl önce 230 çeşit balık varken bugün Marmara’da 52 çeşit balık
var. Acı olan, bu gerilemenin yüzyılın
son çeyreğinde başlamış olmasıdır. Bugün özellikle kalkan,
kefal, kolyoz, lüfer, ve uskumru
balıklarının üretim
rakamlarındaki düşüş önlenemiyor.
Araştırma
Merkezimiz Yok. Stoklar Bilinmiyor.
Sağlıklı ve verimli kaynakları gelecek nesillere bırakmak için öncelikle sahip
olduğumuz kaynakların yapısını ve işleyişini iyi bilmek ve değişimlerini
izlemek gerekmektedir. Bu alanda Türkiye’de araştırma ve izleme faaliyetleri
arzu edilen seviyede değil. Bir ulusal su ürünleri araştırma merkezimiz yok.
Çevre denizlerdeki balık stoklarımızı bilmiyoruz. Gerçek av miktarı bilinmiyor.
Av baskısı var mı bilinmiyor. Türkiye balıkçılık üretiminde yaşanan değişimin
nedenlerinin anlaşılması için tür, kaynak, avcılık filosu ve yönetim
önlemlerinin bir arada değerlendirilmesi gerekmektedir. Günümüz bilgi ve
iletişim teknolojilerinin insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar doğayı ve insan
faaliyetlerini takip etmemize olanak sağladığı göz önüne alınırsa, bu zafiyetin
giderilmesi için neden bekliyoruz?
Gırgır
Filomuz Av Yasağı Döneminde Uzak Denizlere Gitmelidir. Son yıllarda gırgır filomuz çok büyüdü,
ancak onları yurt dışında uzak deniz avcılığına gönderecek düzenlemeleri
yapmadığımız için kapasitelerini kullanamıyorlar. Bahar ve yaz aylarındaki 4,5
aylık yasak döneminde atıl bir şekilde bekliyorlar. Başta Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı balıkçılarımıza dünya
denizlerinde yeni av alanları açmak için girişimde bulunmalıdır. İspanya,
Norveç, Japonya, Çin, Rusya yıllardır bu işi yapıyor. Dünyanın 17nci ekonomisi
iddiasında olan ülkemiz neden yapamıyor?
Yasak Avcılık Önlenmelidir. Diğer
yandan mavi vatanımızda yasak avcılık önlenemiyor. Bu husus en az kirlenmenin
önlenmesi kadar önemli. Bu konuda Sahil Güvenlik
Komutanlığı devlet erkinin denizlerdeki temsilcisi ancak son yılların mülteci
akını ve yasadışı göç onların yeteneklerini zorluyor. Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı ise yeterli sayıda kontrol görevi yapabilecek yüzer unsurlara sahip
değil. 12 milyonluk İstanbul’da 3 tane kontrol botu var. Kirlilik en büyük tehdit. İç sularda hidroelektrik
santrallerinin inşası, sulak alanlarda drenaj çalışmaları, siltasyon, erozyon
ve tarımsal alanlardan gelen gübre ve pestisit kirliliği; denizlerde fekal
atıklar başta olmak üzere arıtmasız evsel ve sanayi atıkların denize verilmesi balıkçılığımıza
en büyük tehdittir. Bugün kıyı belediyelerin yüzde 90, sanayi tesislerinin
yüzde 75’inin arıtması yok.
Balık
Çiftliklerinin yeri özenle seçilmeli ve iyi denetlenmelidir. Diğer
yandan su ürünleri yetiştiriciliği yani balık çiftlikleri kamuoyunda tartışmalı
yerini korumaya devam ediyor. Ancak bırakalım AB ortalamasını, kişi başına 6
kilo tüketimi balık çiftlikleri olmazsa nasıl karşılayacağız? Stratejik gıda
güvenliğinde su ürünlerini nereye yerleştireceğiz? Bu çiftliklerden vaz geçmek sadece
Türkiye için değil bütün dünya için bir lükstür. (2014 yılında dünyada
tüketilen 162 milyon ton ürünün 72 milyonu çiftliklerde üretildi) Ancak bu
çiftliklere çevre ile uyumlu yerler tahsis etmek, bilim ışığında hareket edecek
devletin görevidir.
Balıkçılık
Öncelikli ve Acil Sorun Alanıdır.
Kısacası denizcilik gücümüz içinde belki de en sorunlu ve acil eylem planları gerektiren
alan balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliğidir. Bunun için Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı
kısa sürede bir eşgüdüm ve işbirliği komisyonu kurup acil tedbirler almalıdır.
Yoksa hem denizlerimizi hem de balıklarımızı kısa sürede kaybedeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder