21 Ağustos 2013 Çarşamba

Osmanlı imparatorluğu deniz uygarlığı kuramadı


Osmanlı İmparatorluğu denizgücü ile Akdeniz ve kısmen Kızıldeniz dışına çıkarak okyanuslara erişemediğinden, deniz uygarlığının bir parçası olamadı. Akdeniz’e hakim olduğu zaferler yüzyılı 16’ncı yüzyılda bile, bir milyon nüfusa sahip Portekiz’in anavatanından 9000 mil öteye deniz gücü göndermesine engel olamadı. Anavatanının eteklerinde hareket eden Osmanlı Donanması, Hint Okyanusunda ve Basra Körfezinde Portekiz’e meydan okuyamadı.
Osmanlı İmparatorluğu Asya ve Afrika ile Avrupa’nın kesiştiği noktada gelişmesine rağmen deniz gücü anlayışına ve daha önemlisi onun ayrılmaz parçası olan teknolojik yeniliğe (inovasyona) asla sahip olamadı. Küresel yenilikler Portekiz’i okyanus denizciliği ve keşiflere; İngiltere’yi deniz egemenliği ve sanayi devrimi öncülüğüne; ABD’yi 20’nci yüzyılda bilişim devrimine ve denizlerde kesin hâkimiyete taşırken, Osmanlı 3 kıtada bir imparatorluk kurmuş olmasına rağmen denizlere yöneliş bir yana, siyasi coğrafyasının denizlere yönelik temel teorisine dahi sahip olmadı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde deniz jeopolitiği üzerine yazılmış tek bir eser olmadığını vurgulayalım. Cihan İmparatorluğunu deniz uygarlığına dönüştüremeyen Osmanlı, -16’ncı yüzyıl hariç-deniz ve denizciliği, stratejik perspektifte bir amaca dönüştürmedi. Denizcilik, kapitülasyonlar nedeniyle zaten Türklerden uzak tutulmuş, Yunanistan’ın bağımsızlığına kadar Rum denizcileri devletin her türlü deniz ve denizcilik ihtiyaçlarında kullanılmıştı. İpek ve baharat yollarının karada ve denizde çoğunluk kontrolüne sahip olduğundan yeni keşiflerle, keşifler sonrası değişik okyanuslarda yeni dış ticaret çıkar alanları oluşturmaya gerek görmediler.
Abdülaziz Donanması: 16 ncı yüzyıl sonrası donanmanın önem ve önceliğini bir devlet adamı olarak en iyi gören ve imparatorluğun uzaktan savunulmasında donanmanın rolünü değerlendirebilen tek sultan Abdülaziz olmuştur. İlk modern savaş olarak kabul edilen Kırım Savaşından sonra askeri teknoloji alanında çok geri kalındığını; denizaşırı istila güçlerine ancak denizde karşılık verilebileceğini yaşayarak öğrenen sultan, 1861-1876 arasındaki iktidarında Osmanlı donanmasında ve tersanelerinde yelkenden stime, ahşaptan çeliğe geçişi sağlayan süreci hızlandırdı. Ancak büyük bütçelerle ve başta subay personel olmak üzere alt yapısı hazır olmadan acele ile değişik ülkelerden alınan savaş gemilerinden oluşan donanma, Abdülaziz devrildikten sonra iktidara gelen II. Abdülhamit döneminin başlarında yaşanan 1877-78 (93) Osmanlı-Rus Harbinde başarı gösteremedi. Yeşilköy’e kadar gelen Rus ordularını İngiliz Kraliyet Donanması Haliç’e girerek durdurabildi. Daha sonra 33 yıl iktidarda kalan II. Abdülhamit, donanmayı kendi iktidarına bir tehdit olarak gördüğünden onu küçültmeye odaklandı. 33 yıl hareketsiz kalan donanma operasyonel yeteneklerini ve kültür birikimini kaybetti. Böylece Türkler 20’nci yüzyıla donanmasız girdi. Yazımızın sonraki bölümünde Türk denizciliğini incelemeye devam edeceğiz.
Denize en yakın yegane Türk devlet adamı, Atatürk
Denizgücü ve denizcilik Türklerin tarihinde 16’ncı yüzyıl hariç, Mustafa Kemal dönemine kadar jeopolitik perspektifte önem ve öncelik konumuna oturtulamadı. Mustafa Kemal, denizin jeopolitik ve ekonomik değerini en iyi görebilen devlet adamı oldu. Cumhuriyet Donanması ile Cumhuriyet Denizciliğine en büyük ivmeyi o verdi. Çanakkale Savaşları esnasında bir yabancı gazeteciye şunları söylemişti: “Karada kıstırılmış durumdayız. Tıpkı Ruslar gibi. Boğazları tıkamakla Rusları Karadeniz’in içine kapamış olduk ve eninde sonunda çökmeye mahkûm ettik. Çünkü müttefikleriyle bağını kesmiş olduk. Ama biz de çökmeye mahkûmuz. Hem de aynı nedenden. Gerçi Akdeniz’in Karadeniz’in ve Hint Okyanusunun eteklerindeyiz. Ama herhangi bir okyanusa açılamıyoruz.”
Deniz uygarlığının ayrılmaz parçası sivil denizcilik gelişemedi
Atatürk yeni cumhuriyetle deniz ve denizciliğe önem vermiş ancak donanma güçlenirken denizcilik gücünün sivil bacakları aynı oranda güçlenememiştir. Savaşlar yorgunu Anadolu’nun alt yapı sorunları, eğitimli insan gücü eksikliği ve en önemlisi sermaye birikiminin olmayışı denizcilik sektörünü geri plana itmiştir.
Avrupa-Atlantik yapı zaten ağır gelişen denizcileşmeyi duraksattı
Türkiye’nin 1946 sonrası Avrupa-Atlantik blokta yer alması ve 1952 sonrası NATO üyeliği de denizcileşmesini ivmelemek bir yana duraksatmıştır. Sadece NATO üyeliği, donanmanın başta ABD olmak üzere modern bahriyelerden savaş gemisi transferleri ile bilgi ve tecrübe aktarımına kısıtlı katkı sağlamış, ancak strateji ve doktrin üretiminde ulusal çıkarlarımız yerine egemen güçlerin çıkarlarına bağımlılığı öne çıkarmıştır. Örneğin, çevre denizlerde NATO sorumluluk sahaları tahsis edilirken, Ege ve Doğu Akdeniz’i Yunanistan’a bırakacak kadar aymazlık içinde kaldık. Eğer 1963 Kıbrıs krizi ortaya çıkmasaydı, NATO’nun ışıltısıyla büyülenmiş Türkiye yöneticileri, Akdeniz ve Ege’de tatbikat yapmayı bile düşünemeyecek duruma gelmişlerdi. (Bu arada ABD’den hibe edilen savaş gemilerinin silah ve sensör sistemlerinin detaylı kullanım talimatları ile gemilerin savaş doktrinlerinin tam olarak verilmediğini de not edelim)
Sivil denizciliğin kalkınması ve Türklerin denizcileşmesine Avrupa-Atlantik yapının katkı sağlaması bir tarafa, tavsiyesi bile olmamıştır. Türkiye’nin son 67 yılda laiklikten ve üniter yapısından uzaklaşmasına, sadece tüketen, sömürülmeye açık doğulu bir toplum oluşturmasına olanak sağlayacak yüzlerce sivil toplum projesine destek veren ABD ve Avrupa ülkelerinden, Türkiye’de 1946 sonrası deniz ticareti, balıkçılık, tersanecilik, deniz adamı eğitim/öğretimi gibi alanlarda dış yardım veya program desteği söz konusu olmamıştır.Zira bu yapı denizlerde ve okyanuslarda ilerde kendine rakip olabilecek yeni oyunculara tahammül edemez. Bu alanda gelişmiş ülkeler içinde sadece Japonya, Türkiye’ye gerek gemi inşa gerekse balıkçılık alanında maddi destek sağlayarak eğitim ve yatırım programlarına destek olmuştur.
Deniz körlüğü ve ilkel birikim
Kendi idarecilerimizin deniz körlüğü ile tecrübesizlikten daha kötü olan bilgisizlikleri ve ayrıca ondan da kötü olan ilkel birikim hırsları nedeniyle tarihin önemli dönüm noktalarında doğan fırsatlar da kaçırılmıştır. Bu konuda belki de en güzel örnek Yunanistan’dır. Son 60 yıldır dünya deniz ticaret filosu büyüklüğünde, daima dünya sıralamasının ilk üçünde yer alan, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ekonomisi mahvolmuş Yunanistan’ın deniz ticaret filosunun büyümesi göz kamaştırır. Deniz ticaret filomuzun efsanevi kaptanı merhum Şefik Gögen’in 2011 yılında Osman Öndeş tarafından yayınlanan biyografisinde (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) bu konuda söyledikleri çok dikkat çekicidir:
“Nasıl hayıflanmayalım! Nasıl boynumuzu büküp, büyüyen ve kökleri ilk asırlara giden Yunan denizciliğinin gelecek bir çeyrek asırdaki büyümesini şimdiden görmeyelim. İkinci Dünya Savaşının başlamasından birkaç ay önce Yunan bayraklı Deniz Ticaret Filosu 600 gemiden oluşuyordu. Savaş yıllarında bu filonun tamamı Müttefiklerin emrine alınmış, Atlantik konvoylarında görev alan Yunan ticaret gemilerinin üçte ikisi batmıştı. Savaş sonunda can çekişen tortu bir filo kalmıştı. Yunanlıları düştüğü girdaptan kurtaracak fırsat, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında 4500 adet Liberty sınıf yük gemisini (savaş sırasında Avrupa’ya savaş malzemesi taşımak için ABD’de binlercesi inşa edilen şilepler. Y.N.) yok pahasına satış kararı ile çıkmıştır. Yunanlı armatörler bu gemilerden 100 adedine talip oldular. Yunan hükümeti de her bakımdan onları destekledi. Türkiye’de o zaman deniz ticaretinden nasibini alamamış bir zihniyet hâkim olduğundan Türkiye’de bu gemilerden satın alabilecek üç beş civarındaki müteşebbise bile izin verilmemiş, yardımcı olunmamıştır.”
Akan yıllar içinde Türkiye, sadece donanma alanında pek çok yönden deniz uygarlığına sahip ülkeler arasına girebilecek gelişme ve kazanımları elde etti. Bu başarı grafiği Cumhuriyet Donanmasının gerek ganbot diplomasisi rolünde çevre denizlerde kullanımı gerekse açık denizlere yönelişi ile yükseldi. 2010 yılından itibaren donanmanın Hint Okyanusunda sürekli varlık göstermesi bu süreci hızlandırdı. 2011 yılında kendi dizaynımız olan TCG Heybeliada korvetini % 70 ulusal katkı ile -bazılarının insafsızca Deniz Kuvvetlerine 1999 yılında devri tarihi bir hatadır dedikleri- İstanbul Pendik Tersanesinde gerçekleştirmesi başarı grafiğine son noktayı koydu. Bu başarıların ödülü Ergenekon, Kafes, Poyrazköy, Balyoz, Askeri Casusluk gibi isimli tertip davalar ile alındı. Milletinin kuvvet ve komuta yapısı ile gurur duyabileceği bu üstün donanmanın en az gemileri kadar kıymetli 40 amiral ve 400 denizcisi sahte delil ve iftiralarla tasfiye edildi. (Hapse atılan bir kişi üzerinden korku toplumu yaratılarak 1000 kişinin etki altına alınabileceğini de hatırlatalım.) Bu yönü ile 20’nci yüzyıl başında II. Abdülhamit’in Türk donanmasına yaptıkları ile 21’inci yüzyıl başında 2008-13 arasında Cumhuriyet Donanmasına yapılanlar arasında çok büyük benzerlikler bulunmaktadır. İlkinde yeni bir yüzyıla donanmasız, ikincisinde amiralsiz girildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder