Mavi
Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Denizcilik Kültürü, Marinalar ve
Yabancı Bayrak
Bu köşede pek çok kez yazdım. Denizcilik kültürü, deniz
uygarlığının temelidir. Deniz kültürü olmadan kurulacak denizcilik gücü ruhsuz
kalır. O nedenle milli deniz kültürünü geliştirmek ve halka yaymak gerekir.
Denizi ve denizciliği seven kitleler çoğaldıkça uygarlık, refah, mutluluğa
erişim hızlanacaktır. Deniz ve denizcilik kültürüyle bir kez tanışan, onu kolay
bırakmayacaktır. Donanmadaki görevlerim sırasında savaş gemilerine vatani
görevini yapmak için gelen, denizi hayatlarında ilk defa gören Güney Doğu ve
Doğulu erlerimizin çok kısa sürede iyi denizci olduklarını gördüm. Bazıları
hizmet sonrası aldıkları bonservislerle ticaret filosunda gemici oldular. İstanbul’da midyecilerin pek çoğu
Mardinlidir. 2014 yılında Pasifik Okyanusu’ndan Atlantik Okyanusu’na Arktik
Okyanusunun Kuzey batı geçidini kullanarak tek başına alüminyum bir tekne ile
geçen 67 yaşındaki Erkan Gürsoy göçer bir Yörük ailesinden. Denizle tanışması
40 yaş sonrası. Buzlarla ve kasırgalarla tek başına baş edecek kadar denizci.
Ama hepsinde önemlisi cesur.
Erden Eruç, 54 yaşında. Karacı bir general oğlu. Çocukluğu
babasının görevleri nedeniyle denizden uzak yerlerde geçmiş. Ancak içindeki
denizci hep denizdeydi. 2007 yazında kürek gücüyle dünya okyanuslarını tek
başına geçme projesine başladı ve 5 sene 11 gün sonra 2012 yazında bunu başardı. Bu alanda tarihteki ilk
ve tek kişi. Ayrıca üç ayrı okyanusta kürek çekmiş ilk kişi ünvanına da sahip.
Pasifik’te geçirdiği duraksız 312 gün ile denizde en uzun süre kalan yalnız
kürekçiye dair Guinness Dünya rekorunun da sahibi.
Türklerin dünya çapında denizci çıkarabileceklerine ne güzel
örnekler değil mi? Peki kaç kişi bu denizcileri tanıyor ve onlara özeniyor? Emin
olun 1965 yılındaki Türkiye bugünden daha denizciydi. O zaman dünyayı 10
metrelik Türk bayraklı yelkenlisi ile dolaşan Sadun Boro milyonlarca gence
örnek olmuş yazdığı ‘’Pupa Yelken’’ isimli kitabı deniz sevdalılarının yastık
altı kitabı olmuştu. Bugün dünyayı yelkenli ile dolaşan Türkler ile konuşun, hepsi
‘’Beni açık denizlerle Pupa Yelken kitabı buluşturdu‘’ diyecektir. Onların pek
çoğunun çocukluk döneminde sandalı olduğunu da hatırlatalım. Sandal geçmişin en
önemli deniz kültürü aracıydı. Denizciliği sevmenin başlangıç aracıydı. Bugün
Türkiye de pahalı ve lüks tekne sayısı 1965 den çok ama çok fazla. Bazılarına
göre zenginleştik. O günlerde ülkede tek marina yoktu. Bugün 40 civarında var. Çoğunda
yer bulmak kolay değil. Bulsanız da 10 metrelik bir yelkenli teknenin yıllık
bağlama ve bakım masrafı 30-40 bin TL. Diğer taraftan deniz kültürümüz o
yıllarla kıyaslanamayacak kadar geri. Boğaz sahilinde bir Pazar günü yürüyüş
yapın ve motor yatların, usturmaçaları
(Tekne gövdesini harici darbelere karşı koruyan aparatlar) dışarda ve yüksek
süratle dalga yaparak görgüsüzce dolaştıklarını göreceksiniz. Eskiden sahil
şeridinde yaşayan orta sınıfın en azından 4 metrelik kürekli sandalları vardı.
Rıhtıma bağlar, denize girer, balık tutar, mehtap seyirlerine çıkarlardı. Boğaziçi’ndeki
her koyda yüzlerce sandal olurdu. O küçücük sandallar bile usturmaçalarını
seyir halinde içeriye alacak kadar görgülüydü. Bugün onların hayallerini dev
motorlar ezip geçiyor.
Marinalara ilk kez giren biri kendini ABD’de sanabilir. Teknelerin
yarısından çoğu Amerikan bayraklı. İsimler de öyle. Ancak sahipleri Türk.
Bayrak mazereti ekonomik odaklı. Eğer Türk bayrağı çekerseniz yüksek ÖTV ile liman/marina, bakım tutum ve kumanya
hizmetlerine yabancı bayraklıların aksine yine yüksek vergi ödüyorsunuz. 2009 yılında bir düzenleme yapıldıysa da
tekne sahiplerini bu durum tatmin etmedi.
Devlet, denize çıkanı ve gönül vereni vergi ile cezalandırıyor. Bugün
bağlama limanı Delaware olan binlerce Amerikan bayraklı tekne, Türk sahipli
olarak denizlerimizde boy gösteriyor. Bu
durum ABD devletinin de işine geliyor. Zira zarif ve görkemli tekneler Amerikan
bayrağı ile mutluluk ve refahı temsil ediyor. Amerikan imajını parlatıyor. Söz
konusu teknelere bakanlar o bayrağın neden olduğu Irak, Suriye ve Libya’daki trajedileri
hatırlamıyor. Ege’de sahile vuran Aylan’ın küçük bedenini hatırlamıyor. Sonuçta
kendi vatanımızın marinalarında kendimizi yabancı bir ülkede hissediyoruz.
Durum, cadde ve sokaklarda İngilizce, Fransızca ve İtalyanca özenti kelimelerle
donanmış görgüsüz ticari kuruluşların varlığından pek de farklı değil.
Anlayacağınız sadece dilimiz değil, teknelerimizin bayrakları ve hatta isimleri
bile batı kültürünün işgali altında. Neymiş efendim. Küreselleşme ile sınırlar,
bayraklar, lisanlar ortadan kalkacakmış. Gidin Fransız ya da Alman marinalarını
dolaşın. Bir tane Amerikan bayraklı ve İngilizce isimli Fransız veya Alman teknesi
bulamazsınız. Keşke Türk halkı biraz da batılıların milli değerlerini koruma
hassasiyetini taklit edebilse.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder