Mavi Vatan
Amiral
Cem Gürdeniz
Donanma,
Kumpaslardan Ders Almalıdır
Bir
ülkenin jeopolitik yönelişi sadece kara ülkesi ile sınırlı değildir. Türk Boğazları ile Akdeniz'de doğu-batı
yönünde bir kısrak başı gibi uzanan yegâne yarımadaya sahipliğimiz, Karadeniz,
Akdeniz ve Ege’ye ayrı jeopolitik değer katıyor. Sevr'de Türkiye bu üç alandan
soyutlanarak kabaca 400 millik kısa bir kıyıya mahkum ediliyordu. Bırakın Ege
Adaları, Kıbrıs ve Türk Boğazlarını, uluslararası denizlerde sadece balıkçılık
yapacak kadar bir kıyıya mahkum edilen Türkler, böylece açık denizler ve
okyanuslara erişimden ebediyen soyutlanmış oluyordu.
Kumpaslar Deniz Kuvvetleri Odaklı.
Batı, 16. Yüzyılda Türk Donanması'nın Orta ve Batı Akdeniz'de ne büyük rol
oynadığını asla unutmadı. 1500'lü yıllarda Türk donanması Akdeniz'de
belirleyici güçtü. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün verdiği enerji ile 20. yüzyıl
sonunda denizlerde 16. yüzyılda başarılanlara benzer bir durum yarattı. Bu
beklenmedik bir şeydi. Üç alanda öne çıktı: 1) Teknoloji üretti. 2) Strateji ve doktrin
üretti. 3) Gücünü kullandı. Kumpas davaların Deniz Kuvvetleri odaklı olmasının
temel gerekçeleri bu üç alanda saklıdır.
Teknoloji Üretimi. Cumhuriyetin
ilanından sonra başlayan hamleler ve Soğuk Savaş sırasında etki alanına kendi
irademiz ile girdiğimiz Avrupa–Atlantik yapıdan ‘’know how’’ transferleri
ile Deniz Kuvvetleri Türkiye ortalamasının çok önünde bir teknoloji birikimine
sahip oldu. 50’li yıllarda ABD’den hibe uçak alımları sonrası milli uçak
projesini terk eden Hava Kuvvetlerinin hatasına düşmeden, milli savaş gemisi tasarım
ve üretim hedefinden hiç bir zaman sapmadı. Soğuk Savaş sonrası Türk Deniz
Kuvvetleri mühendisleri daha büyük projelere giriştiler. Radar, sonar, atış
kontrol, silah sistemleri ve savaş gemi tasarımı ve inşası gelişti. Deniz
Kuvvetleri, 2000 tonluk MİLGEM korvetini tasarladı, yüzde 70 oranında milli sistemlerle donatmayı
becerdi ve gemiyi donanmaya 3 yıl önce 2011 sonunda teslim etti. Eğer Balyoz ve
Askeri Casusluk kumpasları 2000 yılı başlarında kurgulanmış olsaydı, kimsenin
şüphesi olmasın ki bugün ne MİLGEM vardı, ne de onun en önemli elemanı GENESİS
Savaş Yönetim Sistemi.
91
yıl önce değil gemi inşa etmek, toplu iğneyi bile ithal eden bir cumhuriyetin
21. yüzyıl başında 2000 tonluk bir korveti inşa etmeyi başarması, küresel
egemenlerin kontrolü dışında gerçekleşti. Türkiye bu başarılarla, stratejik
deniz savunmasında dışa bağımlılıktan kurtulmak bir yana, uzun dönemde milyarlarca
dolarlık bir kaynağın yurt içinde kalmasının ve aynı zamanda ihracatın yolunu
açtı. İngiliz Başbakanı Llyod George'un Birinci Dünya Savaşı sonunda Asya
steplerine, ait oldukları çöllere geri dönmesini istediği 'barbar Türkler'in,
deniz uygarlığı alanına girmeleri ve gemi, sistem, silah üretmeleri kabul
edilemezdi! Askeri casusluk davası denilen rezil kumpasta yargılanan ve halen
hapiste olan pırlanta denizciler arasında Albay Necmi Yıldırım gibi Milgem
sonarına hayat veren en seçkin araştırmacı mühendisler bulunması tesadüf
değildir.
Strateji
ve Doktrin Üretimi. Teknoloji alanında Türkiye’deki pek
çok kuruma örnek teşkil ederek önderlik eden
Deniz Kuvvetleri, deniz
jeopolitiği alanında strateji ve doktrin üretiminde de öncülük etmiştir. Bugün
deniz kuvvetlerinin devlete maliyeti, yılda kabaca 1,5 milyar dolar
civarındadır. Deniz kuvveti barışta, ulusal çıkarlar paralelinde deniz hak ve
çıkarlarının korunması, gözetilmesi, ve geliştirilmesi için bulundurulur. Savaş
durumunda, ülkenin top yekun savunmasına katkı sağlarken, deniz ulaştırma
rotalarımızın açık, düşmanınkilerin de kapalı tutulmasına çalışır. Deniz
Kuvvetlerimiz, 1952 sonrası, 1963'te
Kıbrıs olayları patlak verene kadar, Karadeniz'e odaklanmış bir NATO
donanmasıydı. Kıbrıs olayları ile Yunanistan’ın 1974 sonrası Ege Kıta sahanlığı
ve adaları silahlandırması ve ayrıca 1981'den itibaren karasularını genişletme
girişimleri üzerinden Ege’de genişleme politikalarını uygulamaya sokması, Türk
Deniz Kuvvetlerini ön alıcı ve caydırıcı tutuma zorladı. Bu da uygun strateji
ve doktrinlerin hayata geçirilmesi demekti. Benzer durum Karadeniz’de Montreux
Sözleşmesine sadakat ve özellikle soğuk savaş sonrası Karadeniz’de barış ve
istikrara katkıya yönelik strateji ve girişimlerle ortaya çıktı. Bu alana son
olarak Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgemizdeki deniz çıkarlarımızın
korunmasına yönelik girişimler de eklenebilir.
Saydığım tüm alanlarda strateji ve doktrin üretmiş istisnasız tüm Amiral
ve deniz subayları, cımbızla seçilmiş ve kumpas davalara eklenmiştir.
Gücü
Kullanmak. Kıbrıs Barış harekatında krizin başlamasından
120 saat sonra Girne‘de kıyı başını tutan donanma, 1996'da Kardak Krizi'nde Güney
Ege’de üstün manevra gücünü sergileyerek ön aldı. 2001'de Karadeniz'de diğer
beş sahildarı ikna ederek Deniz İşbirliği Görev Grubunu (BLACKSEAFOR)'u kurdu.
2004 yılında NATO'nun Active Endeavor harekatının Karadeniz'e genişlemesine karşı
KUH (Karadeniz Uyumu Harekatı) ile Karadeniz’de deniz alanında güvenlik ve istikrarın
devamını sağladı. 2006 yılında Doğu Akdeniz’deki deniz çıkarlarını korumak
üzere başta Akdeniz Uyumu harekatını başlatmak olmak üzere, yüksek profil
sergiledi. Kardak krizi başta olmak üzere 1996 sonrası gerçekleşen saydığım bu
faaliyetlerin A takımı Amiral ve Subaylar kumpas davalarla tutuklandı. Kimse
kamuoyunu kandırmasın. Kumpas davaların ağırlık merkezi donanmadır. Bu durum
donanmanın emperyalizmi rahatsız etme derecesinin de bir göstergesidir. Ayrıca
kumpas davaların görülme sürecinde amiral ve subayların mahkeme heyetleri
karşısında en karanlık günlerin hüküm sürdüğü ortamda dahi, dik durmuş olmaları
da donanmanın psikososyal gücünü gösterir. Bugünün donanmasına hayat veren tüm
denizcilerin bu yaşananlardan ders çıkarması ve bir daha asla emperyalizmin
tuzağına düşmemesi gerekir. Donanma, kendi silah arkadaşlarını sırtından vuracak kadar zavallılaşanlara artık
izin vermemelidir. Donanma, Atatürk’ün rotasında viyalamaya devam etmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder