7 Aralık 2014 Pazar

Cesaret ve Esaret

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
 Cesaret ve Esaret
Cesaret ve esaret arasındaki tek harflik fark, ulusların kaderini belirleyecek kadar büyük.
C” harfi düştüğünde esaret başlıyor.  Cesaret o kadar önemli ki, olmadığında ne ulusal, ne de kişisel onur kalıyor. Cesaretin gri alanı yok. Ya vardır, ya yoktur. Yıkılmış ve işgale uğramış bir imparatorluktan bağımsızlık savaşı sonrası bir cumhuriyet kurarak, bu cumhuriyeti bir devrimle taçlandırabilmek, ancak cesurların, yani cesaretin işidir. Kurulan cumhuriyeti koruyabilmek ve daha ileriye taşımak da yine cesurların işidir. Zira onu yıkmaya çalışanlar arkalarına her zaman sinsi korkaklar ile emperyal egemenleri almıştır.
Kadınların Cesareti. Sakarya Savaşında bırakalım cephedeki askerleri, gerideki kadınların cesaretini bakın Cumhuriyetin ilk Bahriye Bakanı Binbaşı İhsan Eryavuz hatıratında nasıl anlatıyor:
Doğu cephesinden sevk edilmiş ve İnebolu’ya çıkarılmış olan her çeşit top ve cephane sandıklarının kağnı arabaları ile kafile halinde Ankara’ya bir gidişleri var idi ki... Kocaları, nişanlıları, cepheye gitmiş taze gelinler, analar, çoğunun memedeki çocukları bir kundak ile arkalarına bağlanmış, önlerinde kağnıları toprak içerisinde yalınayak, fakat ordunun zaferi memleketin kurtarılması  duası dilinde, İnebolu’dan beri durmadan  dinlenmeden yaya yürüyorlar, cepheye cephane yetiştiriyorlardı. Bu ilahi manzara karşısında dehşete kapılmamak, Türk’ün zulüm, ihanet ve istila karşısında isyan edecek ruhunun yüceliğinden korkuya düşmemek mümkün değildi...Sakarya harbi geceli gündüzlü 22 gün devam ediyor. Yunanlılar umulmadık bir azim gösteriyorlar. Nafile. Türk cephesi demir bir kale.”
Sakarya ruhu, bugün Vardiya Bizde gibi bir çok kadın hareketinde kendine yeni canlar buluyor. Onların ölümsüz asil ruhları, zamanın ruhuna meydan okuyor. Direnmenin, vaz geçmeyişin ve aydınlığı arayışın lideri oluyor. 
Cesaret Bulaşıcıdır. Aynen korku gibi cesaret de bulaşıcıdır. Kurtuluş Savaşında insanlarımızı cesaretlendiren en büyük etken, vatan işgaline başkaldırıydı. Zira son 150 yılda anavatanları sayılan topraklardan yani Kırım’dan, Balkanlardan, Kafkaslardan, Girit’ten, Selanik’ten, Kıbrıs’tan, Ege adalarından ve daha nice Türk yurdundan sadece maddi kayıplarla değil, can ve onur kayıpları ile sürekli atılan Türklerin, artık cesur olmaktan başka seçenekleri kalmamıştı. Mustafa Kemal onlara Anadolu’da tam bağımsız ve onurlu yaşama hakkını sağladı. Önce Ata’sı milletine cesaret verdi. Onlar da Ata’sına zafer armağan etti. Onların cesareti olmasa, Mustafa Kemal başaramazdı. Bu nedenle ulusal onur duygusuna sahip milletlerin, cesur insanlar çıkarabileceğinin ve bu insanların yüksek idealler uğruna hayatlarını feda edebileceklerinin dünya tarihindeki en güzel örneği, Türk Kurtuluş Savaşıdır. 
Bugün içinde bulunduğumuz jeopolitik, siyasi, sosyolojik ve ekonomik konjonktür erkek egemen kitleleri cesaretten çok esarete davet eden bir tablo sergiliyor. Acı bir tespittir ama gerçektir. Bugünün kadını erkekten daha cesurdur. Kumpas davalar sırasında bırakalım sözde aydınları en yakın dost ve arkadaşlarımızın; yüksek komuta sorumluluğu olan şahsiyetlerin bile korkuyu, cesarete tercih ettiğini, kısa ve orta vadede şahsi refah ve bedensel mutlulukları için, neredeyse yarım asırlık silah arkadaşlığını unuttuklarını, çocuklarının ve torunlarının özgürlük ve yaşam tarzlarının çalınmasına duyarsız kalabildiklerini gördük.
Bilgi, Beceri, Tecrübe ve Yürek. Bu süreç aslında geleceğin liderlerinin veya yöneticilerinin sadece bilgi, beceri ve tecrübe birikimine bakılarak seçilmemeleri gerektiğini de ortaya koydu. En az onlar kadar -belki de daha çok- önemli olanın cesaret, yani yürek olduğu, günümüz Türkiye’sinde artık bir gerçektir. Boyun eğmemek, ilke ve değerleri için dik durabilmek ve gerektiğinde acı çekebilmek.
19’ncu yüzyılda Osmanlı Bahriyesinde müşavirlik yapan İngiliz Amiral Sir Adelphus Slade, sadece donanmada değil, 17’nci yüzyılda başlayan ordudaki gerileme hakkında şunları söylüyordu:
Savaş boyunca yapılan büyük hatalara ve korkakça hareketlere müsamahalar, savaşçı bir ırkın töresinden sapmasından kaynaklanmıştır. O zaman yapılan hatalar karşısında cezalar korkunç, başarıların ödülleri büyük olurdu. O zaman hiçbir korkak veya şarlatan başkente sağ dönüp, herkese kahramanlık taslamazdı... Diğer taraftan Türk Ordusu kendisini 16 ve 17’nci yüzyıllarda çoğu zaman batılılara karşı muzaffer kılan, kendilerine özgü örgütlenmeye artık sahip değildi ve modern Avrupa ordularının çekirdeğinden de henüz yoksundu. Yani yüksek tabakadan yetişmiş, disiplinli, namus ve şeref düşünceleri içinde büyümüş, utanç içinde yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen bir subaylar sınıfı.
Subaylar Savaşı Sakarya. Amiral Slade, Kurtuluş Savaşını görecek kadar yaşasaydı, son cümlesinin hatasını kabul ederdi. Sakarya meydan savaşının kazanılmasından 6 gün sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa, mecliste yaptığı konuşmada, Türk’ün var olma savaşını "subaylar savaşı" olarak tanımladı ve şöyle devam etti:"
“Subaylarımızın kahraman atikliği, cesaretleri, ölüme meydan okuyan asil karakterleri hakkında söz bulamıyorum. Ama doğru ifade etmeye çalışayım, bu savaş bir subaylar savaşıdır. Ön safta savaşan genç subaylarımızın yüzde 80 ,erlerimizin yüzde 60’ı şehit düştü, yaralandı.”
Bu savaşa katılan 42. Alayın bütün rütbeli subayları şehit düşmüştü. Çarpışmalarda bir tümen, üç alay, 5 tabur komutanı şehit düştü. Sadece  8’inci tümenin süngü savaşında toplam 82 subay kaybedildi. Türk subayı belki kendi toplumunda mevcut olmayan- Avrupa’daki  aristokrasi ya da yüksek burjuvazi benzeri- sosyal sınıflardan gelmiyordu.  Ancak halkın bağrından çıkan bu subaylar üstün liderlik ve cesaret altında esarete başkaldıran, dünyanın en asil savaşçısı olabiliyor, bedel ödüyor, gerekirse ölüyor ve mucizeler yaratıyorlardı.
Tarih Rehberdir. Bugün Türk milletinin gurur duyacağı yakın tarihi yerinde duruyor. Günümüzde Kurtuluş Savaşı kahramanlık hikayeleri ile büyümüş milyonlarca vatandaşımız herhalde dedelerinin ya da babalarının  uzun uzun anlattığı bu hikayeleri unutmamıştır. Bu hikayelerin özü cesarettir. Ölüm, kalım mücadelesidir. Esarete meydan okumaktır. Yenilmemektir. Kimsenin şüphesi olmasın. Türk halkının damarlarındaki cesaret kıvılcımını kimse söndüremez. O  kıvılcımın ne zaman yanardağa dönebileceğini merak edenler tarihimizi okusunlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder