Mavi Vatan
Amiral
Cem Gürdeniz
Cesaret ve Esaret
Cesaret ve esaret arasındaki tek harflik fark, ulusların kaderini
belirleyecek kadar büyük.
“C” harfi düştüğünde esaret başlıyor. Cesaret o kadar önemli ki, olmadığında ne
ulusal, ne de kişisel onur kalıyor. Cesaretin gri alanı yok. Ya vardır, ya
yoktur. Yıkılmış ve işgale uğramış bir imparatorluktan bağımsızlık savaşı
sonrası bir cumhuriyet kurarak, bu cumhuriyeti bir devrimle taçlandırabilmek,
ancak cesurların, yani cesaretin işidir. Kurulan cumhuriyeti koruyabilmek ve
daha ileriye taşımak da yine cesurların işidir. Zira onu yıkmaya çalışanlar
arkalarına her zaman sinsi korkaklar ile emperyal egemenleri almıştır.
Kadınların
Cesareti. Sakarya Savaşında bırakalım cephedeki
askerleri, gerideki kadınların cesaretini bakın Cumhuriyetin ilk Bahriye Bakanı
Binbaşı İhsan Eryavuz hatıratında nasıl anlatıyor:
“Doğu
cephesinden sevk edilmiş ve İnebolu’ya çıkarılmış olan her çeşit top ve cephane
sandıklarının kağnı arabaları ile kafile halinde Ankara’ya bir gidişleri var
idi ki... Kocaları, nişanlıları, cepheye gitmiş taze gelinler, analar, çoğunun
memedeki çocukları bir kundak ile arkalarına bağlanmış, önlerinde kağnıları
toprak içerisinde yalınayak, fakat ordunun zaferi memleketin kurtarılması duası dilinde, İnebolu’dan beri durmadan dinlenmeden yaya yürüyorlar, cepheye cephane
yetiştiriyorlardı. Bu ilahi manzara karşısında dehşete kapılmamak, Türk’ün
zulüm, ihanet ve istila karşısında isyan edecek ruhunun yüceliğinden korkuya
düşmemek mümkün değildi...Sakarya harbi geceli gündüzlü 22 gün devam ediyor.
Yunanlılar umulmadık bir azim gösteriyorlar. Nafile. Türk cephesi demir bir
kale.”
Sakarya ruhu, bugün Vardiya Bizde gibi bir çok kadın hareketinde
kendine yeni canlar buluyor. Onların ölümsüz asil ruhları, zamanın ruhuna
meydan okuyor. Direnmenin, vaz geçmeyişin ve aydınlığı arayışın lideri
oluyor.
Cesaret
Bulaşıcıdır. Aynen korku gibi cesaret de bulaşıcıdır.
Kurtuluş Savaşında insanlarımızı cesaretlendiren en büyük etken, vatan işgaline
başkaldırıydı. Zira son 150 yılda anavatanları sayılan topraklardan yani
Kırım’dan, Balkanlardan, Kafkaslardan, Girit’ten, Selanik’ten, Kıbrıs’tan, Ege
adalarından ve daha nice Türk yurdundan sadece maddi kayıplarla değil, can ve
onur kayıpları ile sürekli atılan Türklerin, artık cesur olmaktan başka
seçenekleri kalmamıştı. Mustafa Kemal onlara Anadolu’da tam bağımsız ve onurlu
yaşama hakkını sağladı. Önce Ata’sı milletine cesaret verdi. Onlar da Ata’sına
zafer armağan etti. Onların cesareti olmasa, Mustafa Kemal başaramazdı. Bu
nedenle ulusal onur duygusuna sahip milletlerin, cesur insanlar
çıkarabileceğinin ve bu insanların yüksek idealler uğruna hayatlarını feda
edebileceklerinin dünya tarihindeki en güzel örneği, Türk Kurtuluş
Savaşıdır.
Bugün içinde bulunduğumuz jeopolitik, siyasi, sosyolojik ve
ekonomik konjonktür erkek egemen kitleleri cesaretten çok esarete davet eden
bir tablo sergiliyor. Acı bir tespittir ama gerçektir. Bugünün kadını erkekten
daha cesurdur. Kumpas davalar sırasında bırakalım sözde aydınları en yakın dost
ve arkadaşlarımızın; yüksek komuta sorumluluğu olan
şahsiyetlerin bile korkuyu, cesarete tercih ettiğini, kısa ve orta vadede şahsi
refah ve bedensel mutlulukları için, neredeyse yarım asırlık silah
arkadaşlığını unuttuklarını, çocuklarının ve torunlarının özgürlük ve yaşam
tarzlarının çalınmasına duyarsız kalabildiklerini gördük.
Bilgi,
Beceri, Tecrübe ve Yürek. Bu süreç aslında geleceğin
liderlerinin veya yöneticilerinin sadece bilgi, beceri ve tecrübe birikimine
bakılarak seçilmemeleri gerektiğini de ortaya koydu. En az onlar kadar -belki
de daha çok- önemli olanın cesaret, yani yürek olduğu, günümüz Türkiye’sinde
artık bir gerçektir. Boyun eğmemek, ilke ve değerleri için dik durabilmek ve
gerektiğinde acı çekebilmek.
19’ncu yüzyılda Osmanlı Bahriyesinde
müşavirlik yapan İngiliz Amiral Sir Adelphus Slade, sadece donanmada değil,
17’nci yüzyılda başlayan ordudaki gerileme hakkında şunları söylüyordu:
“Savaş boyunca yapılan büyük
hatalara ve korkakça hareketlere müsamahalar, savaşçı bir ırkın töresinden
sapmasından kaynaklanmıştır. O zaman yapılan hatalar karşısında cezalar
korkunç, başarıların ödülleri büyük olurdu. O zaman hiçbir korkak veya şarlatan
başkente sağ dönüp, herkese kahramanlık taslamazdı... Diğer taraftan Türk
Ordusu kendisini 16 ve 17’nci yüzyıllarda çoğu zaman batılılara karşı muzaffer
kılan, kendilerine özgü örgütlenmeye artık sahip değildi ve modern Avrupa
ordularının çekirdeğinden de henüz yoksundu. Yani yüksek tabakadan yetişmiş,
disiplinli, namus ve şeref düşünceleri içinde büyümüş, utanç içinde
yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen bir subaylar sınıfı.”
Subaylar
Savaşı Sakarya. Amiral Slade, Kurtuluş Savaşını görecek kadar
yaşasaydı, son cümlesinin hatasını kabul ederdi. Sakarya meydan savaşının
kazanılmasından 6 gün sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa, mecliste yaptığı konuşmada,
Türk’ün var olma savaşını "subaylar
savaşı" olarak tanımladı ve şöyle devam etti:"
“Subaylarımızın kahraman atikliği, cesaretleri,
ölüme meydan okuyan asil karakterleri hakkında söz bulamıyorum. Ama doğru ifade
etmeye çalışayım, bu savaş bir subaylar savaşıdır. Ön safta savaşan genç
subaylarımızın yüzde 80 ,erlerimizin yüzde 60’ı şehit düştü, yaralandı.”
Bu savaşa katılan 42. Alayın bütün rütbeli subayları şehit düşmüştü.
Çarpışmalarda bir tümen, üç alay, 5 tabur komutanı şehit düştü. Sadece 8’inci tümenin süngü savaşında toplam 82
subay kaybedildi. Türk subayı belki kendi toplumunda mevcut olmayan-
Avrupa’daki aristokrasi ya da yüksek
burjuvazi benzeri- sosyal sınıflardan gelmiyordu. Ancak halkın bağrından çıkan bu subaylar
üstün liderlik ve cesaret altında esarete başkaldıran, dünyanın en asil
savaşçısı olabiliyor, bedel ödüyor, gerekirse ölüyor ve mucizeler yaratıyorlardı.
Tarih
Rehberdir. Bugün Türk milletinin gurur duyacağı yakın
tarihi yerinde duruyor. Günümüzde Kurtuluş Savaşı kahramanlık hikayeleri ile
büyümüş milyonlarca vatandaşımız herhalde dedelerinin ya da babalarının uzun uzun anlattığı bu hikayeleri
unutmamıştır. Bu hikayelerin özü cesarettir. Ölüm, kalım mücadelesidir. Esarete
meydan okumaktır. Yenilmemektir. Kimsenin şüphesi olmasın. Türk halkının
damarlarındaki cesaret kıvılcımını kimse söndüremez. O kıvılcımın ne zaman yanardağa dönebileceğini
merak edenler tarihimizi okusunlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder