23 Şubat 2015 Pazartesi

Balyoz Yalanı ve Geçmişten bir Hatırlatma

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Balyoz Yalanı ve Geçmişten bir Hatırlatma
                  26 Ağustos 2011 tarihinde henüz tasfiye edilmediğim ve Hasdal Askeri Cezaevinde kendi vatanımda kendi askerlerimizin gözetiminde esir tutulduğum dönemde, Silivri’deki çadır mahkemesinde bir talep konuşması yaptım. Bu konuşmamda önce Büyük Taarruzun başladığı günün yıldönümünde şehitlerimizi rahmetle andım ve şunları söyledim:
                  “Devlet sahte para ya da tahvil basar mı? Devlet sahte diploma ya da ehliyet verir mi? Tabiî ki hayır. Peki,  devlet sahte dava, sahte delil ve sahte haber üretilmesine göz yumar mı? Bu soruya gönülden hayır demek için neler vermezdim! Büyük yalan Balyoz, Türkiye Cumhuriyetinde kurgulanan ve uygulanan en büyük sahteciliktir. Türk hukuk ve adalet tarihinin kanseridir. En büyük özelliği devletin imkânlarını kullanarak sonsuz sayıda sahte delil üretebilmesi ve dilediği yerde metastaz yapmasıdır.
                  Bu salonda son sekiz aydır sahte CD’ler, iftiralar ve yalanlara karşı yapılan hukuki savunmaları dinledik. Sahte CD’lerin ve sahte delillerin Karadeniz fıkralarını aratmayacak nükte dolu çelişki ve garabetlerini hep beraber izledik. Emin olun eğer TRT bu davayı naklen yayınlasaydı pembe dizi ve programların reytinglerini geçer rekor kırardı. Programa bir de isim buldum: güler misin ağlar mısın?
                  Acımasız bir tasfiye kasırgası ile rütbelerin, makamların ve özgürlüklerin çalındığı bir karanlıklar dönemini daha, hep beraber yaşıyoruz...Bu davalar gücünü hiçlikten almakla beraber ülkemiz için çok ciddi sonuçlar doğuracak jeopolitik çapta bir vizyona sahiptir. Bu vizyon doğrudan ve dolaylı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesi ve en temel var oluş ilkesi olan “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinin ortadan kaldırılmasıdır.
                  Bu süreçte Türk halkı her türlü alçakça ve iftira dolu yalan ve sahte haber ve yorumları fütursuzca yayımlayan yandaş ve dinci medya terörü ile karşı karşıyadır. Yandaş ve dinci medyanın balyoz yalancılığı Irak işgali öncesi Amerikan medyasının ‘Saddam’ın nükleer silahı var’ yalanını fersah fersah aşmıştır.
                  29 Temmuz 2011 günü istifa eden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner’in Türk Silahlı Kuvvetlerine yayınladığı mesajda şu sözleri çok anlamlıdır: “Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek birçok hukukçunun da ifade ettiği gibi mümkün değildir.” Bu sözleri söyleyen sıradan bir devlet memuru değildir. Devlet protokolünde 4. Sırada bulunan, anayasal bir kurum olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin başıdır. O zaman sormak lazım. Eğer bir toplumda hukuk ve adalet sistemi güvenilirliğini, tarafsızlığını yitirir ve bir genelkurmay başkanı bu durumun yarattığı karanlık tablo karşısında istifa etmek zorunda kalırsa, hak arayanlar bundan sonra ne yapabilir?
                  İngiliz siyaset bilimci John Locke’un dediği gibi “hukukun bittiği yerde zorbanın egemenliği başlamaz mı?” Zorbanın egemenliğinin başladığı toplumlarda en temel insan hakkı olan zorbalığa direnme hakkı doğmaz mı?   Mahkemenizden talebim: Bizi yargılamaya devam edin. Gölcük ve Eskişehir kaynaklı sahte belgelere emperyal çete tarafından adı bulaştırılan tüm Atatürkçü vatanseverleri tutuklamaya devam edin. Emperyal buyruk kapsamında özellikle Deniz Kuvvetleri’nin içini boşaltmaya devam edin. Devam edin ki: emperyal yandaş medya yalanlara ve iftiralara doymasın ve tertemiz isimleri renkli ve parlak baskılı bedava gazeteleri ile nursuz beyaz camlarında doya doya kirletmeye devam etsin.
                  Devam edin ki: vatanseverleri tasfiye eden emperyal iştah daha da artsın.   Buna paralel makam ve rütbe hırsızları çoğalsın. Devam edin ki, özgür basın ve özgür toplumlu ileri demokrasimiz daha da ilerlesin. Devam edin ki, kurgulanan ve uygulanan bu komplolarda görev alan emperyal hainlerle olan bitene, hukuka saygılıyız maskesiyle sessiz kalan korkakların sayısı her geçen gün artsın. Devam edin ki, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs civarında İsrail, Rum ve Amerikalı dostlarımız rahat rahat doğal gaz ve petrol çıkarsın. Onların çocukları ve torunları daha da zengin olsun. Devam edin ki, Ege’deki haklarımızdan vazgeçerek Ege’ye sonsuza dek sürecek Helen barışı gelsin. Devam edin ki, Montreux’süz Karadeniz,  Basra Körfezi gibi savaş gemileri ile dolsun, taşsın. Devam edin ki, Müslüman ülkelerdeki iç savaşlara müttefiklerimizle beraber kara birliklerimizle de katılıp bu ülkelere Afganistan ve Irak’taki gibi barış ve huzur getirelim. Devam edin ki, Yakın ve Ortadoğu’yu Türkiye’yi parçalayarak yeniden şekillendiren Amerikalı Albay Ralph Peters’in haritası bölgemize barış ve huzur getirsin. Devam edin ki, ailelerimizle beraber çektiğimiz mağduriyet ve acılar katlansın, içinde bulunduğumuz karanlık daha da artsın ki, aydınlık ve özgür Türkiye’ye o kadar yaklaşalım.
Nasıl Kıydınız? Evet, kabaca 4 yıl önce sarf ettiğim bu sözlerden iki yıl sonra, çadır mahkemesi  21 Eylül 2013 günü son sözümü sordu. Onlara mahkemeyi tanımadığımı ve son sözüm olmadığını söyledim. 18 yıl hüküm verdiler. Benimle birlikte 236 şerefli silah arkadaşımın özgürlüğünü utanmadan çaldılar. Şimdi, 3 kişilik bilirkişinin raporu ile 5 no’lu hard disk sahte ilan edildiği için merkez medya dahil,  kamuoyu heyecan içinde. Neymiş efendim? F tipi herkese kumpas kurmuş, hükümeti de aldatmış. Ne acı değil mi? 4 yıl boyunca bu bir dijital terör kumpasıdır dedik, dinletemedik. 30 dan fazla bilirkişi raporu bu belgeler sahtedir dedi, dinletemedik. Bu bir dijital Dreyfus davasıdır dedik, dinletemedik. Bir darbe davasında Yargıtay’ın cezasını onayladığı 237 kişinin 134’ü denizcidir, bu, Türk Deniz Kuvvetlerine en büyük emperyal saldırıdır dedik, dinletemedik. Ali Tatar, Berk Erden ve Murat Özenalp Albayları şehit verdik, dinletemedik. Amiral Cem Çakmak hapiste kanser oldu, dinletemedik. Çünkü bize, en yakınlarımız bile sırtını döndü. İçimizdeki hainleri, sahte belgeleri gömenleri ortaya çıkarmak ve onlarla savaşmak yerine, hukuka saygılıyız aldatmacası içinde susmayı tercih ettiler. Bahriyenin yerleşik vefa değerlerini ve dayanışma ruhunu alt üst ettiler.
Kubilay’ın katledilişinden sonra Behçet Kemal Çağlar’ın, 5 Ocak 1931 yılında Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan şiirinden bir bölüm ile bu yazıyı bitirelim:
Çıkmadı mı bu genci bir tek kurtaranınız? /Sormaz mıydı kalbiniz, akmaz mıydı kanınız?/Gövdeyi kan götürse demek ki razıydınız/O’na nasıl kıydınız, O’na nasıl kıydınız?






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder