Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Balyoz Yalanı ve Geçmişten bir Hatırlatma
26 Ağustos 2011
tarihinde henüz tasfiye edilmediğim ve Hasdal Askeri Cezaevinde kendi vatanımda
kendi askerlerimizin gözetiminde esir tutulduğum dönemde, Silivri’deki çadır
mahkemesinde bir talep konuşması yaptım. Bu konuşmamda önce Büyük Taarruzun
başladığı günün yıldönümünde şehitlerimizi rahmetle andım ve şunları söyledim:
“Devlet sahte para ya da tahvil basar mı?
Devlet sahte diploma ya da ehliyet verir mi? Tabiî ki hayır. Peki, devlet sahte dava, sahte delil ve sahte haber
üretilmesine göz yumar mı? Bu soruya gönülden hayır demek için neler vermezdim!
Büyük yalan Balyoz, Türkiye Cumhuriyetinde kurgulanan ve uygulanan en büyük
sahteciliktir. Türk hukuk ve adalet tarihinin kanseridir. En büyük özelliği
devletin imkânlarını kullanarak sonsuz sayıda sahte delil üretebilmesi ve
dilediği yerde metastaz yapmasıdır.
Bu salonda son sekiz aydır sahte CD’ler, iftiralar
ve yalanlara karşı yapılan hukuki savunmaları dinledik. Sahte CD’lerin ve sahte
delillerin Karadeniz fıkralarını aratmayacak nükte dolu çelişki ve
garabetlerini hep beraber izledik. Emin olun eğer TRT bu davayı naklen
yayınlasaydı pembe dizi ve programların reytinglerini geçer rekor kırardı. Programa
bir de isim buldum: güler misin ağlar mısın?
Acımasız bir tasfiye kasırgası ile rütbelerin,
makamların ve özgürlüklerin çalındığı bir karanlıklar dönemini daha, hep
beraber yaşıyoruz...Bu davalar gücünü hiçlikten almakla beraber ülkemiz için
çok ciddi sonuçlar doğuracak jeopolitik çapta bir vizyona sahiptir. Bu vizyon
doğrudan ve dolaylı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesi ve
en temel var oluş ilkesi olan “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinin ortadan
kaldırılmasıdır.
Bu süreçte Türk halkı her türlü alçakça ve iftira
dolu yalan ve sahte haber ve yorumları fütursuzca yayımlayan yandaş ve dinci
medya terörü ile karşı karşıyadır. Yandaş ve dinci medyanın balyoz yalancılığı
Irak işgali öncesi Amerikan medyasının ‘Saddam’ın nükleer silahı var’ yalanını
fersah fersah aşmıştır.
29 Temmuz 2011 günü istifa eden Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Koşaner’in Türk Silahlı Kuvvetlerine yayınladığı mesajda şu sözleri
çok anlamlıdır: “Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani
değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek birçok hukukçunun da ifade
ettiği gibi mümkün değildir.” Bu sözleri söyleyen sıradan bir devlet memuru
değildir. Devlet protokolünde 4. Sırada bulunan, anayasal bir kurum olan Türk
Silahlı Kuvvetlerinin başıdır. O zaman sormak lazım. Eğer bir toplumda hukuk ve
adalet sistemi güvenilirliğini, tarafsızlığını yitirir ve bir genelkurmay
başkanı bu durumun yarattığı karanlık tablo karşısında istifa etmek zorunda
kalırsa, hak arayanlar bundan sonra ne yapabilir?
İngiliz siyaset bilimci John Locke’un dediği gibi
“hukukun bittiği yerde zorbanın egemenliği başlamaz mı?” Zorbanın egemenliğinin
başladığı toplumlarda en temel insan hakkı olan zorbalığa direnme hakkı doğmaz
mı? Mahkemenizden talebim: Bizi yargılamaya
devam edin. Gölcük ve Eskişehir kaynaklı sahte belgelere emperyal çete
tarafından adı bulaştırılan tüm Atatürkçü vatanseverleri tutuklamaya devam
edin. Emperyal buyruk kapsamında özellikle Deniz Kuvvetleri’nin içini
boşaltmaya devam edin. Devam edin ki: emperyal yandaş medya yalanlara ve
iftiralara doymasın ve tertemiz isimleri renkli ve parlak baskılı bedava
gazeteleri ile nursuz beyaz camlarında doya doya kirletmeye devam etsin.
Devam
edin ki: vatanseverleri tasfiye eden emperyal iştah daha da artsın. Buna paralel makam ve rütbe hırsızları
çoğalsın. Devam edin ki, özgür basın ve özgür toplumlu ileri demokrasimiz daha
da ilerlesin. Devam edin ki, kurgulanan ve uygulanan bu komplolarda görev alan
emperyal hainlerle olan bitene, hukuka saygılıyız maskesiyle sessiz kalan
korkakların sayısı her geçen gün artsın. Devam edin ki, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs
civarında İsrail, Rum ve Amerikalı dostlarımız rahat rahat doğal gaz ve petrol
çıkarsın. Onların çocukları ve torunları daha da zengin olsun. Devam edin ki,
Ege’deki haklarımızdan vazgeçerek Ege’ye sonsuza dek sürecek Helen barışı
gelsin. Devam edin ki, Montreux’süz Karadeniz,
Basra Körfezi gibi savaş gemileri ile dolsun, taşsın. Devam edin ki,
Müslüman ülkelerdeki iç savaşlara müttefiklerimizle beraber kara
birliklerimizle de katılıp bu ülkelere Afganistan ve Irak’taki gibi barış ve huzur
getirelim. Devam edin ki, Yakın ve Ortadoğu’yu Türkiye’yi parçalayarak yeniden
şekillendiren Amerikalı Albay Ralph Peters’in haritası bölgemize barış ve huzur
getirsin. Devam edin ki, ailelerimizle beraber çektiğimiz mağduriyet ve acılar
katlansın, içinde bulunduğumuz karanlık daha da artsın ki, aydınlık ve özgür Türkiye’ye o kadar yaklaşalım.”
Nasıl Kıydınız? Evet, kabaca 4 yıl önce sarf ettiğim bu sözlerden iki yıl sonra, çadır
mahkemesi 21 Eylül 2013 günü son sözümü
sordu. Onlara mahkemeyi tanımadığımı ve son sözüm olmadığını söyledim. 18 yıl
hüküm verdiler. Benimle birlikte 236 şerefli silah arkadaşımın özgürlüğünü
utanmadan çaldılar. Şimdi, 3 kişilik bilirkişinin raporu ile 5 no’lu hard disk
sahte ilan edildiği için merkez medya dahil,
kamuoyu heyecan içinde. Neymiş efendim? F tipi herkese kumpas kurmuş,
hükümeti de aldatmış. Ne acı değil mi? 4 yıl boyunca bu bir dijital terör
kumpasıdır dedik, dinletemedik. 30 dan fazla bilirkişi raporu bu belgeler
sahtedir dedi, dinletemedik. Bu bir dijital Dreyfus davasıdır dedik, dinletemedik.
Bir darbe davasında Yargıtay’ın cezasını onayladığı 237 kişinin 134’ü
denizcidir, bu, Türk Deniz Kuvvetlerine en büyük emperyal saldırıdır dedik,
dinletemedik. Ali Tatar, Berk Erden ve Murat Özenalp Albayları şehit verdik,
dinletemedik. Amiral Cem Çakmak hapiste kanser oldu, dinletemedik. Çünkü bize,
en yakınlarımız bile sırtını döndü. İçimizdeki hainleri, sahte belgeleri
gömenleri ortaya çıkarmak ve onlarla savaşmak yerine, hukuka saygılıyız
aldatmacası içinde susmayı tercih ettiler. Bahriyenin yerleşik vefa değerlerini
ve dayanışma ruhunu alt üst ettiler.
Kubilay’ın katledilişinden sonra Behçet Kemal Çağlar’ın, 5 Ocak 1931
yılında Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan şiirinden bir bölüm ile bu
yazıyı bitirelim:
Çıkmadı mı bu genci bir tek kurtaranınız? /Sormaz mıydı kalbiniz, akmaz
mıydı kanınız?/Gövdeyi kan götürse demek ki razıydınız/O’na nasıl kıydınız,
O’na nasıl kıydınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder