Mavi Vatan
Amiral
Cem Gürdeniz
Suriye’nin
Kıbrıs’a Düşen Gölgesi
Türkiye çok zor günler
geçiriyor. İkinci Dünya Savaşında batı sınırlarımıza dayanmış Almanya’nın Trakya’yı
işgal tehdidinin yaşandığı günlerdeki gibi sıkıntılı bir dönem yaşanıyor.
Zor Olan
Savaşmadan Kazanmaktır. O yıllarda nefesler tutulmuş, bir yanda
Almanların, bir yanda ABD, İngiltere ve Sovyetlerin baskısı altında II. Dünya
Savaşına girmeye zorlanan bir Türkiye, Trakya’ya zar zor besleyebildiği 1
milyon asker yığmıştı. Tek dilek savaşa girmemekti. Çok acı günlerdi. Şevket
Süreyya Aydemir ‘’İkinci Adam’’ isimli eserinde orduyu besleyemediği için
duyduğu sorumluluktan intihar etmeyi düşünen Maliye Bakanını anlatır. Ekmeğin
karneye bağlandığı, orduyu beslemek için -bugün bile yarattığı sosyo psikolojik
etkilerin tartışıldığı- varlık vergisinin uygulamaya koyulduğu günlerdi.
Sonuçta Türkiye savaş girmedi. Kimse babasız kalmadı.
Geçmiş
Nesillerin Çektiği Acılar. Komşumuz Sovyetler Birliği bu savaşta 9 milyonu
asker 26 milyon insan kaybetti. Bugün Rusların jeopolitik reflekslerinde
kaybettikleri 26 milyonun etkisi vardır. Tunç yasadır. Geçmişte acı çeken
uluslar bu acının derslerini unuttukları anda yeni acılar çekerler. Atalarımız,
19’uncu yüzyıl ortalarından itibaren acı çekmeye başladı ve 30 Ekim 1918 günü
anavatanlarını kaybetme aşamasına geldi. Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı olmasaydı
bugün bir yarımada devletimiz yoktu. Karadeniz’de Türk Rus ittifakı
kurulamasaydı Kurtuluş Savaşı yoktu. Çekilen
zorluk ve kayıplardan ders alarak Cumhuriyeti kuran nesiller, 15 yıla 500 yılı
sığdırabildi. Tüm komşularla iyi ilişkiler ve hatta Balkan Antantı ve Sadabat
Paktı gibi bölgesel işbirliği girişimleri bu zamanda kurulabildi. Gelen kuşaklar
da bu mirası korumayı ve hatta geliştirmeyi hedefledi. Mirası çarçur etmedi.
Montreux Sözleşmesi ile Karadeniz ve Boğazlar güvence altına alındı. Ege ve
Doğu Akdeniz, donanmanın gelişmesiyle birlikte ana vatanın ayrılmaz parçaları
olarak sahiplenildi. 1974 yılında haklı
gerekçelerle müdahale ettiğimiz Kıbrıs ta de facto durum yaratıldı ve son 200
yılda ilk kez dış Türkler korunabildi.
Soğuk
Savaşta Başarılı Türk Diplomasisi. Soğuk Savaşta, karşıt bloklarda olmamıza rağmen, Osmanlı
ve Çarlık dönemlerinde 11 kez savaştığımız Rusya (Sovyetler) ile tek kurşun atılmadan
yakın ama çok uzak komşular olarak yaşadık. 1945-1990 arasında neredeyse yarım
asırlık dönemde Türk Donanması iki kez, onlar da bir kez savaş gemileri ile karşılıklı
liman ziyaretinde bulundu. Ama ona rağmen Karadeniz’de günümüzün en zor konusu
olan deniz yetki alanları sınırlandırma antlaşmasını pürüzsüz imzalayabildik. (Müttefikimiz
Yunanistan’la hala bu konular savaş nedeni.)
Miras
Yedi Olmayalım. İşte son bir ay içinde, bu mirası süratle ortadan kaldıracak bir sürece
girildi. Suriye ve Irak’ta yaşananların Türkiye’yi jeopolitik bir açmaza
sokacağı devlet aygıtı tarafından görülemedi. Bırakalım görmeyi, Rus uçağı
krizi ile Türkiye jeopolitik bir uçuruma itildi. Bir Rus savaş gemisi
komutanının olası bir terör saldırısına karşı boğaz geçişi esnasında aldığı
taktik bir tedbir, Türkiye’nin Lozan’dan sonra egemen varlığının en önemli
enstrümanı olan Montreux Sözleşmesinin kendi bürokratlarımız tarafından
sorgulandığı bir süreci başlattı. Toplu intihar gibi bir şey bu.
Kıbrıs
ve Kaybedenler Kulübü. Bugünlerde bu acıklı tabloya Kıbrıs da ekleniyor. Suriye
nedeniyle son 4 yılda yaşananların bir
benzeri diplomasi ve siyaset masasında Kıbrıs’ta ortak devlet çözümü aldatmacası
ile yaşanıyor. Böylece ülkemiz dört bir yanda sürekli kaybedenler kulübündeki
yerini alıyor. Suriye’de yanlış tarafta olan ve stratejik kayıplar yaşayan
Türkiye’nin kaderi, Kıbrıs’ta da yeni yenilgilere hazırlanıyor. Kötü haberler
üst üste geliyor. Geçen hafta içinde Rus Dışişleri, IŞİD'le mücadele kapsamında
Güney Kıbrıs'ta askeri tesislerin kurulması konusunda muhataplarıyla görüştüklerini
açıkladı. Rus tarafı yapılan açıklamada "Bu tesisleri inşa etmek için bir yol bulacağız" dedi. Öte
yandan Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis geçen haftaki Ulusal Konsey
bilgilendirmesinde garantiler konusunda Kıbrıslı Türklerin de kendileri gibi 1960
yılı şartlarının kalmasını istemediği ve
garantilerin askeri içerikli olmaması konusuna anlayış gösterdiklerini
iddia etti. Rum tarafı belli ki Türk tarafında sıkı müttefiklere sahip. Ne
diyelim. Rahmetli Denktaş’ın Annan görüşmeleri sırasında ‘’Türkler birleşmeden sonra OSMOS yolu ile köleleştirilecektir’’
sözleri kulaklarımızda çınlıyor.
Kıbrıs,
Anadolu demektir. Kıbrıs’ın jeopolitik gerçekliği ve önemi, Anadolu’nun hayati çıkarları
kadar önemli ve ciddidir. Bu çıkarlarımız, AB hülyalarına terk edilemez. KKTC’nin
varlığını sürdürmesinden başka bir seçenek, Anadolu’nun ve çevrelendiği mavi
vatanın çıkarlarını koruyamaz. Bir
devletin varlığı; onun amacına ve uluslararası hukuka göre sahip olduğu hak ve
çıkarlarının korunmasına dayanır. KKTC,
başta BM Antlaşması ve belgeleri olmak üzere, tamamen antlaşmalar ve yasalardan
kaynaklanan haklara uygun olarak kurulmuştur ve bunda, hiçbir şüphe ve eksiklik
söz konusu değildir. Kıbrıs’ta en büyük güvencemiz, artık azınlıkta kalan
vatansever Kıbrıslı Türkler kadar mevcut kolordumuzdur. Kolordu bir kez çekilirse, Türk askeri yüzlerce yıl adaya bir
daha ayak basamaz. Örnek mi arıyorsunuz? Geçen hafta Musul’da yaşananlara
bakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder