Suriyeli Göçmenin Ege
Sorunlarına Etkisi
Ege Denizi son iki yüzyılda pek çok göç gördü. Avrupalı devletler ve
Çarlık Rusya’sının desteği ile Yunanistan 1830 yılında Osmanlı İmparatorluğundan bağımsızlığını kazanınca
Mora bölgesindeki Türkler kuzeye ve doğuya kaçtılar. Aksi takdirde yaşama
hakları yoktu. 1909’da Girit’in, 1911 İtalyan Harbinde 12 Adaların, Balkan Harbinde
Ege Adalarının kaybı Anadolu’ya hayatını kurtarmak ve yeni hayat kurmak isteyen
onbinlerce Türkün deniz üzerinden geçişlerini gerekli kıldı. Zira deniz
yolundan başka kurtuluş seçeneği yoktu. Ege’de bu geçiler sırasında atalarımız
büyük trajediler yaşadı. Boğulanlar, salgın hastalıklarda ölenler her ailenin belleğinde derin yaralar açtı.
Daha sonraki yıllarda farklı göçler yaşandı. Küçük Asya macerası
ile emperyalizmin kucağına oturan Yunanistan, 26 Ağustos 1922 de Mustafa
Kemalin şamarını yiyince deniz yolu ile İzmir’den kaçmak zorunda kaldı. Bu
kaçışa Yunan istila ordusuna yardım ve yataklık eden Anadolu Rumları da
katıldı. Diğer bir göç dalgası Lozan sonrası yürürlüğe koyulan mübadeleler
sırasında çift taraflı yaşandı. İkinci Dünya Savaşında gerek İtalyan ve Alman
istilaları gerekse savaş sonrası iç savaşta Ege Denizi yine trajik göçlere şahit
oldu.
Ege’de Göçleri Başlatan
Emperyalizmdir. Soğuk Savaş boyunca Ege’de deniz göçleri
yaşanmadı. 21’nci yüzyıl başında önce
Afganistan ve daha sonra Irak, Libya ve Suriye müdahaleleri ile ABD
önderliğindeki Avrupa Atlantik emperyalizmi Ege göçlerini yeniden
hareketlendirdi. Şimdi büyük pişkinlikle, bu göçlerin sorumluları kendileri
değilmiş gibi Türkiye gibi transit konumdaki bir ülkeye dayatmalarda
bulunabiliyorlar.
NATO ve AB
Çıkarlarımızı Yok Sayıyor. En kötüsü Libya’da
normal işleyen bir ülkenin darmadağın edilmesinin bir numaralı sorumlusu olan
NATO, kalkıp Ege Denizinde Türkiye’den Avrupa’ya geçmeye çalışan Suriyelileri
durdurmak için Dışişlerimizin ve Genelkurmayımızın onayı ile görev alabiliyor. Yunanistan’la
neredeyse jeopolitik kan davasına dönüşen Ege sorunlarına NATO’nun doğrudan
taraf olmasının yolunu açacak bu girişime nasıl onay verildiğini anlamakta
sadece zorluk çekmiyorum, üzüntü duyuyorum. Madem Ege Denizinde NATO’yu ön
bahçemizin içine soktuk, o zaman AB ile geri kabul antlaşmasını neden
imzaladık. Bir ülke sürekli kaybeden tarafta nasıl olabilir? Kaldı ki AB ile
varılan antlaşmaya Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)
şimdiden muhalefet ediyor. Zira antlaşma, Türkiye kıyıları üzerinden Yunan
adalarına ulaşan Suriyeli göçmenlerin Türkiye’ye iadesini, bunun karşılığında
da Türkiye’nin geri aldığı her bir
Suriyeli göçmen için AB ülkelerinin de Türkiye’de mülteci konumundaki kayıtlı
Suriyelilerden bir kişiye kapılarını açmasını gerektiriyor. Böylece dünya
tarihinde pazarlıkla göçmen kabulünün ilk örneği yaşanıyor. İnsan Hakları
İzleme Örgütü (HRW) Mülteci Hakları Direktörü Bill Frelick, “Mülteciler bir
pazarlık unsuru olarak kullanılmamalı. AB’nin mülteci sığınma sistemi, hatta
Avrupa değerleri risk altında" diyor. Kısacası insanlık tarihi kadar eski
iltica hakkı Avrupa baskısı altında yeniden şekilleniyor.
AB ile Geri Kabul
Antlaşması Zorlamadır. Türkiye, 1951 tarihli
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi sınırlama şartı
ile taraftır. Bu kapsamda Türkiye sadece Avrupa Konseyi ülkelerinden gelenlere
mülteci statüsü verebilir. Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelen
kişilere “geçici koruma/sığınma” statüsü verilebildiğinden emperyalizmin
sürüklediği Arap ve Afrika asıllı mülteciler bu statüdedir. Yani bireysel
iltica başvurusu yapamazlar. En zoru ise zaten kendi topraklarımızdaki
mültecilerin tam kaydını bile tutamazken Yunanistan ve diğer AB ülkelerinden
gelenleri nasıl kontrol edeceğiz?
Geri Kabul ve Ege’de
Deniz Sınırları. Tam bu karmaşanın ortasında Yunanistan
Savunma Bakanı Panos Kammenos’a kulak verelim.
Bakan, geçen hafta ABD’de AIPAC (Amerikan
İsrail Kamu İşleri Komitesi) yıllık
konferansına katıldı ve konuşma yaptı. Daha sonra bir gazetecinin Avrupa
Birliği ve Türkiye’nin göç sorununa yönelik kararına ilişkin görüşlerini sorması
üzerine şu açıklamayı yaptı:
‘’NATO’nun hazırladığı ve
imzalanmış olmasına karşın uygulanmayan anlaşmanın artık Türkiye tarafından
kabul edilmiş olmasından büyük bir mutluluk duymaktayım. Sözleşmenin Avrupa
Birliği çerçevesinde yeniden onaylanması Yunanistan açısından son derece önemli
bir gelişmedir... AB ülkelerinin 2008 yılında, Avrupa sınırlarını net olarak
Yunanistan sınırlarında belirleyen göç sözleşmesini imzaladığını hatırlatmak
isterim.’’
Rogers Planı kadar zarar
verir. Ege’de Türkiye ve Yunanistan arasında
akdedilmiş deniz sınırlarını belirleyen bir anlaşma yoktur. Yunanistan’ın tek
taraflı İlan ettiği sınırlar vardır. Bakan AB’nin bu sınırları kabul ettiğini
söylüyor ve NATO’ya da mesaj veriyor. Türkiye de AB ile yaptığı antlaşmalarla ve
NATO’yu Ege’ye sokmakla bu sınırları zımnen kabul etmiş duruma düşüyor. 12
Eylül döneminde Ege’de hayati çıkarlarımızı kaybettiğimiz ‘’Rogers
Planının’’ kabulünden sonra Türkiye Ege’de tekraren ciddi çıkar
kayıplarına uğruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder