Mavi
Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Büyük
Taarruz, Bahriyeliler ve Amerikalılar
I.
İnönü zaferi sonrası Atatürk, Batı Cephesi Komutanı İnönü’ye “Siz
orada sadece düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz” demişti.
Büyük taarruz sonrası Dumlupınar’da Başkomutanlık meydan muharebesi sonrası
zafer kazanan Türk Ordusu için de Mustafa Kemal, ‘’büyük vaveyla ile tarih
sahnesine tekrar çıkan Türk ordusu’’ tanımını kullanmıştı. Atatürk,
26 Ağustos 1922 sabaha karşı Afyon Kocatepe’de sadece talihe değil, Türk
milletinin üstün özellikleri ve asla esir edilemeyeceği gerçeğine güvenerek
taarruz emrini vermişti. 26 Ağustos sabahı, 0530’da Kocatepe’den gürleyen Türk
topçu ateşinden 96 saat sonra zafere erişen Mustafa Kemal, daha sonra Batı Cephesinin
tüm birliklerine “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir,
ileri”, emrini verdi. Bu emir, Anadolu’yu ve Türkleri sadece Karadeniz’de
kısıtlı bir sahil şeridine mahkûm ederek Akdeniz ve okyanuslar ile doğrudan
bağlantısını koparan Sevr zincirini kıran bir haykırıştı. 9 Eylül sabahı Türk
süvarileri 450 km uzaktaki İzmir’e girdi. Dünya askeri tarihinde dokuz günde bu
kadar hızlı kat edilen bir mesafe olmadı.
Mustafa Kemal ve Savaş Lojistiği. Balkan Savaşları
hezimetinden 9 yıl sonra yaşanan kurtuluş zaferi, iki önemli unsura
dayanıyordu. Birincisi Mustafa Kemal liderliğinde örgütlenen Türk halkı ve
ordusu; diğeri de Karadeniz’de Sovyetler Birliği üzerinden sağlanan savaş
lojistiğiydi. Söz konusu lojistiği Karadeniz’in millici yurtsever denizcileri
ile örgütleyen ve yürüten kitle bir avuç
deniz subayı idi. Topu topu 233 deniz
subayı bu işi başarmıştı. (159 güverte, 68 makine, 5 tabip ve 1 gemi
inşa.) Denizcilerin 3 yıl boyunca çürük çarık gemi ve
takalarla taşıdığı 300 bin ton cephane, kurtuluşu ve 30 Ağustos zaferini mümkün
kıldı.
Unutturulan
Başarı. Maalesef denizcilerin bu büyük başarısı ve kahramanlığı kara
zaferlerinin gölgesinde kaldığı için unutuldu.
1946 sonrası ülkede egemen olan anti-Sovyet kültürü de bunu destekledi. Halbuki
denizcilerin bu başarısı düşmanları tarafından bile takdir edilmişti. Bir avuç
denizcinin fedakarlığıyla gerçekleşen Karadeniz Lojistik Nakliyatında genç bir teğmen
olarak görev alan Emekli Deniz Albay
Celalettin Orhan, Amerikalılarla yaşanan bir olayı bakın nasıl anlatıyor: (Celalettin
Orhan, Bir Bahriyelinin Anıları, Kastaş Yayınları, İstanbul, 2001)
‘’Samsun
limanında, limanın bir mil kadar açığında dört bacalı bir Amerikan muhribi
yatıyordu. Mondros mütarekesi hükümlerine göre galip devletlerin kontrolü
altına giren kıyılarımızda bu gemi karakol ve devriye görevi yapıyordu. Osmanlı
hükümeti ve sarayında yalnız kendi selametini düşünen padişah Vahdettin,
Anadolu'da milli birliği sağlamaya uğraşan Mustafa Kemal'e eşkıya damgası vurup
onu ölüm cezasına mahkum etmişken, kendi istiklal muharebelerini pek iyi
hatırlayan Amerikan gemisi komutan ve subayları, Türk İstiklal Savaşının çoktan
başlamış olduğunu onlardan daha önce anlamışlardı. Bu nedenle Türk denizcilerinin
Karadeniz'de takalar, mavnalar ve çürük çarık teknelerle yaptıkları faaliyetleri
zaman zaman görmezlikten geliyorlar, hatta
silah ve cephane nakliyatına bile göz yumuyorlardı. O sabah Samsun limanında
bekleyen 211 sayılı Amerikan muhribi kıç güvertesinde, tente altında oturup
serinleyen gemi komutanı binbaşı ve yanındaki subaylar, yanlarından çabalayarak
geçen ve dünyada eşi emsali kalmamış yandan çarklı köhne Batum vapurunu tebessümlerle bir an
seyrettikten sonra hep birden ayağa kalkıp uzun uzun alkışlamaya başladılar. Bu
asil bir jestti. Bunu hayret ve hayranlıkla fark eden denizcilerimizden biri
Batum vapurunun kıç tarafına koşarak geminin bayrağıyla Amerikan gemisinin
tezahüratına selamla mukabelede bulundu . Selamımızı karşılayan Amerikan
gemisindeki er de, her halde kendi muhribine oranla bir sitimbot kadar küçük bu
çelimsiz, doğal ömrünü bir kaç defa yitirmiş, baca hizasına kadar silah ve
cephane ile yüklü ve bir yana yatmış bu önemsiz gemiye komutanlarının neden bu
kadar ilgi gösterdiklerine bir türlü akıl erdirememiş olsa gerek. Pek tabii
olarak o bilmiyordu ki, sivil kıyafetli Türk deniz subaylarının yönettikleri bu
tekne; yokluk içerisindeki bir milletin istiklalini kurtarmaya çalışanların
azim ve imanından oluşmuş kuvvetli bir filoya mensuptu. Bu geminin de kutsal
bir vazife yapmakta olduğunun farkında bile değildi. Şanlı Türk Bayrağı
hayranlarına reverans yapan bir gelin edasıyla gönderinden mezestre ve sonra da
toka edilirken ne yazık ki gemi komutanı İzzet Kaptan çürük teknede açılmış
yarayı ( deliği ) ziftli brandalar ve çimento ile kapatıp gemisini batmaktan
kurtarmaya çalıştığı için göz yaşartan bu yüce manzarayı görememişti. O sabah
Batum vapurunun şahsında selamlanan varlık, elbette ki İstiklal savaşını yapan
Türk milletinin Anadolu donanması idi. Kimisi sağdan soldan toplanmış çürük ve
hurda, kimisi de düşmandan zapt edilmiş teknelerden oluşan bu mütevazı varlık
için aslında donanma bile denemezdi. Gerçekte bu varlık, ruhları kurtulmuş ve özgürlük ateşiyle yanan,
milli haysiyeti korumak için hayatlarını hiçe sayan, kahraman Türk
Denizcilerinin eseri idi."
Dilerim
günümüz Amerikalıları tarihten ders almasını öğrenirler ve Türk denizcisini iyi
tanırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder