Aydınlıkta
150’nci Yazı ve Yelken Tutkusu
Amiral Cem Gürdeniz
Aydınlık
Gazetesinde 24 Mart 2013 tarihinde ilk yazım ‘’Neden Mavi Vatan?’’ adı altında
yayımlandı. O sırada 18 yıl hapis cezası onaylanmış bir Amiral olarak Silivri 5
No’lu Cezaevindeydim. Silivri’ye 7 ay önce Hasdal Askeri Cezaevinden gelmiştim.
2 yıldır hapisteydim. O günlerin konjonktüründe -özellikle sonradan kumpas
davalar adını alacak Türkiye’yi dönüştürme davalarında- hakikati arayan ve sergileyen çok ama çok az sayıda gazete vardı. Sayıları
dördü geçmiyordu. Onların arasında Aydınlık eşitler arasında birinci olarak öne
çıkıyordu. Hükümet ve parlamentonun gözü önünde başta Türk Deniz Kuvvetlerinin
komuta yapısını ortadan kaldırmayı amaçlayan kumpas davaların hedeflerini,
araçlarını ve aktörlerini başından itibaren görebilen ve bugüne kadar bu görüşünden
bir milim sapma göstermeyen Aydınlık Gazetesinde yazmak o günün koşullarında
özgürleşmekle eş değerdi benim için. Meslek hayatının 40 yılını denizlere ve
Türkiye’nin denizcileşmesine adayan bir yurtsever olarak yazmalıydım. Aydınlık
yazarlarının hakikat uğruna ağır bedeller ödemesi ve ağır acılar çekmelerine
rağmen vakarlı duruşları da benim bu kararımı etkileyen önemli faktörlerdendi.
55’nci yaş günümde ilk yazım çıktı. Bu yazı aldığım en güzel doğum günü
hediyesi oldu. 19 Haziran 2014 tahliyeleri ile özgürlüğüme kavuştum. 6 Haziran
2015 tarihinde beraat ettim. Bugüne kadar tek bir hafta sektirmeden yazmaya
devam ettim. Bugün size 150’nci yazım olarak 18 yıl hapis cezasının onaylandığı
günlerde Silivri’de değil denizin, gökyüzünün sadece 60 metrekarelik kutu
içinden göründüğü bir ortamda çok sevdiğim yelken hakkında yazdığım yazımı
sunuyorum.
Yelken Tutkusu. Yelken, bir yerden bir başka yere gitmek için araç değildir. Daha
çok aklın ve kalbin doğa ile birlikte olmaya yönelik bir manifestosudur. 140 milyar
mil kare alan ile uzaya benzeyen okyanus ve denizler, dünyayı maviye boyarlar.
Rüzgarın rengi yoktur, ancak üzerinde estiği denizin rengini aldıklarını hayal
ederiz. İşte yelkenciler bu mavi gezegenin manifestocu ressamlarıdır. Eğer bir
erkek veya kadın bir şeye tutku ile bağlanacaksa en iyisi belki de yelkendir.
Bir yelkenli tekne son derece baştan çıkarıcıdır. Onu hızla iskeleden fora
edip, ufkun ötesine geçmek istersiniz. Ya da mehtap ışığının tam da üzerinde
orsaya yükselmeyi arzu edersiniz. Yelken ve yelkencilik verdiği emsalsiz
mutluklar kadar aynı zamanda zorluk ve sorunlarla doludur. Ama bizi hayata
bağlayan ve mücadeleci insan yapan da budur. Hayatı boyunca düzenli olamamış
birisi, korumalı bir limanda demirlemiş yelkenlisinin içinde, en düzenli ve
tutumlu insan olur. O küçük tekne ona
tüm dertlerini unutturur. Disiplinli hayatı öğretir. Zira bir yelkenlide doğa
disiplini, donanım disiplini ve mürettebat disiplini olmadan yaşayamazsınız.
Hayatta kalamazsınız. Mutlu olamazsınız. O küçük tekne, halatların sihri,
yelken bezinin mucizesi ile denizin dibi ve gökyüzünün sonsuzluğu arasındaki
eviniz olarak size sonsuz seçenekler içinde sürekli karar verme ama en doğru
kara verme disiplinini sağlar. Zira yelken, gücünü doğadan alır ve doğanın
şakası yoktur. Bilgisizlik, tecrübesizlik ve disiplinsizliği hayatınızla veya
başkalarının hayatı ile ödersiniz. İnsanlar için yelkenli tekneleri, salma,
dümen ve direği ile beşikten mezara kadar akıllarının gizli yerinde tuttukları
küçük mucizelerdir. Karadan binlerce mil uzakta ilerleyebildikleri, hız
yapabildikleri, doğanın aksi gücünü lehte kullanabildikleri bir mucize. Yelken
ile tanışana kadar çoğu insan için deniz riskli bir alandır. Rüzgar, fırtına,
akıntı, sis, karaya oturma, çatma, batma, boğulma, yaralanma denizin ayrılmaz
tehlikeleridir. Ancak bir kez rüzgar, yelkenli teknenizi harekete geçirdi mi,
artık yekeyi elden bırakamazsınız. Artık rüyalarınızda bile tiramolalar,
manevralar, halatlar ve yelkenlerle uğraşırsınız. Seneler geçtikçe yelken bir
zevkten tutkuya dönüşür. Tekne limanda
durduğu ve rüzgar estiği sürece artık denizin davetine cevap vermek onurlu bir
görevdir. Gitmek gerekir. Artık içki şişesini hayatından çıkaramayan bir
alkolik gibisinizdir. Yaşadığınız sürece yelken yapmamak gibi bir seçeneğiniz
artık yoktur. Bunu başaramazsınız. Bedeninizin fiziki yetenekleri, yelkenle
işinizin bittiğini söylemeye başladığı zaman, rüzgarlı havalardan nefret
edersiniz. Zira rüzgarda denizde olamamanın ve ıskota tutamamanın, tiramola
edememenin yoksunluğuna tahammül edemezsiniz. Artık rüzgarsız havalardan
hoşlanmaya başlarsınız. Hayatın gerçekleri ile geçmişin arzuları boğaz boğaza
kavga ederler. Ömrünü yelkene adamış insanlar artık motorlu tekne sahibi
olmaktan bahsetmeye başlarlar. Yanlarından kaçarsınız.
Ne zaman Bırakmalı? Bir insan denizi ve yelkeni ne zaman bırakmalı? Sağlamken mi
yoksa büyük bir hata sonrasında mı? Denize mi düşmeli yoksa yanlış bir manevra
sonrası bumba veya yelkenden iyi bir tokat mı yemeli? Ya da hiç birisi mi? Hiç
birisi. Yelkeni ve denizi seven bir insan aslında onları ölene kadar asla terk
etmez. Zira yelken yapmak fiilen denize çıkmak değildir. Hayatını yelkene
adamış biri aslında denizi her gördüğünde ya da denizi göremediği ama yüzünde
rüzgarı hissettiği her an yelken yapıyordur. Beden fiilen yeke ve ıskotayı
tutamasa da ruhumuz bedene teslim olmadığı sürece yani yelken, rüzgar ve deniz
hayallerimizi teslim alıp onları düşünmemize engel olmadığı sürece her an
yelken yaparız. Son tiramolada sonsuzluğa yelken bastığımız anda zaten bütün
rüzgarlar ve denizler bizim olmayacak mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder