24 Temmuz 2013 Çarşamba


39 yıl önce dün, saat 1330 sularında Türk Deniz Kuvvetlerine bağlı çıkarma gemilerinin taşıdığı Deniz Piyade Alayımız Girne yakınlarındaki Yavuz/Platini plajında kıyı başını tutmuştu. Adanın Yunanistan’a bağlanmasına (Enosis) olanak sağlayacak Nikos Sampson darbesinden 96 saat sonra başlayan Kıbrıs Barış Harekâtının en kritik ve önemli aşaması böylece başarılmıştı. Kıbrıs ve Türkiye’nin jeopolitik kaderi yeniden çiziliyordu. Böylece Atatürk’ün 40 sene önceki direktifi de yerine getirilmişti. “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir. “
İkinci sınıf durumundaki Türkler
307 yıl Anadolu’nun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs’ın kopma süreci II Abdülhamit döneminde yaşandı. Böylece kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürülen Kıbrıslı Türklerin 21 Temmuz 1974’e kadar devam eden ezilme dönemi başladı. Çok acı çektiler. Çok kayıp verdiler. 21 Temmuz 1974 öncesi durum ile ilgili olarak “Avrupa’ya Hayır diyebilen Türkiye- (Remzi Kitabevi)” isimli eserinde Cem Kozlu şöyle söylüyor:
“Kader beni 1974 yılının ilkbaharında Kıbrıs’a götürdü. Başkent Lefkoşa ortasından ikiye bölünmüştü. İkinci büyük kent olan Magosa’daki Türkler, şehrin tarihi kısmında tam anlamıyla kuşatma altındaydı. İnsan ve mal giriş çıkışları Rumların denetimi ile sınırlanıyor, tüm ticaret ancak Rumların kanalıyla yapılabiliyordu. 1974’te gördüğüm durum, Kıbrıs üzerine tezimi yazarken okuyup duyduklarımdan daha vahimdi. Çünkü devletin bütün gücü, Rumların eline geçmiş, Türkler bugünkü Gazzeli Filistinliler’in statüsüne benzer şekilde kendi topraklarında tecrit ve hapis edilmişlerdi. Köyler basılıyor, tarlalar yakılıyor, Türkler keklik gibi avlanıyordu. Amaç da benzerdi. Onları topraklarından edip, ülkede etnik temizliği tamamlamak. Bu yöndeki son adım 15 Temmuz 1974’te, karanlık bir geçmişi olan, New York Times’ın Kıbrıs’ın Al Capone’u diye tanımladığı, Nikos Sampson tarafından bir darbe ile atıldı. Hedefini açıkça ifade ediyordu: ‘Türkiye müdahale etmesiydi, sadece Enosis’i ilan edip Yunanistan’la birleşmekle kalmayıp, Kıbrıs’taki Türkleri tümüyle yok edecektim.’ Kıbrıslı Rumların inancı adanın tümüyle onlara ait olduğu ve Türklerin varlığına ancak onlara tabi, uslu bir azınlık olarak tahammül edilebileceği yönündeydi.”
Askeri müdahale kaçınılmazdı
Evet, Türkiye 1959 Londra Antlaşması çerçevesinde 1964 ve 1967 yıllarında adaya müdahale etmek istedi ancak gerek askeri, gerekse siyasi konjonktür böyle bir iradeye izin vermedi. 5 Haziran 1964 tarihli ABD Başkanı Johnson’un İnönü’ye mektubu belleklerdedir. 15 Temmuz 1974 darbesi sonrasında, askeri müdahale niyeti ortaya çıkan Başbakan Ecevit’in ABD Kıbrıs özel temsilcisine söyledikleri anlamlıdır:
“Bundan on yıl önce yine böyle bir gece yarısı bir Amerikalı diplomat gelerek Kıbrıs’a müdahale edilmemesini (Türkiye’den) istemişti. Tarih tekerrür eder, ama hatalar tekerrür etmez. O zaman siz müdahaleyi önlemekle hata ettiniz. Biz de bu isteğinizi kabul etmekle aynı hayatı işledik. Bu sefer aynı hatayı işlemeyeceğiz.”
Savaşa hazırmıydık?
Hata tekrar etmedi. Kara Kuvvetleri için Kore tecrübesi hariç, Cumhuriyet tarihinde hiç savaşmamış Deniz ve Hava Kuvvetleri müştereken savaşa gitti. En ciddi hata, 54 denizcimizi kaybettiğimiz TCG Kocatepe muhribimizin karşılıklı müdahale sonucu Hava Kuvvetlerimiz tarafından batırılmasıdır. Diğer taraftan Kıbrıs’ta elde edilen jeopolitik kazanımın yanında TCG Kocatepe’nin kaybı kabul edilebilir bir kayıptır. Başta İkinci Dünya Savaşı olmak üzere deniz harp tarihinde birbirine karşılıklı müdahale sonucu taarruz eden onlarca dost muhrip, denizaltı ve uçak vardır. 1982 Falklands krizinde de İngiliz kuvvetleri arasında benzer hatalar yaşanmıştı.
Bu çerçevede Kıbrıs’ta Sampson darbesinin gerçekleştirildiği 15 Temmuz ile çıkarma gemilerinin Mersin’den yola çıktığı 19 Temmuz akşamı arasındaki 96 saatlik zaman diliminde hesaplı bir risk alınmıştır. İlk çıkarma gemisi, Cumhuriyet gazetesinin 2 Mayıs 1965 günü başlattığı “Millet yapar” kampanyası ile bağış yapan halkın gayretleri ile inşa edilmiş ve arkası gelmişti. İlk tank çıkarma gemisi, TCG Ertuğrul, 1973 yılı sonunda donanmaya katılmıştı. Deniz Piyade Alayı ise ancak 70’li yılların başında şekillenmişti. Amfibi alayın uzun deniz geçişli müşterek eğitimlerinin sayısı çok azdı.
Benzer şekilde Girne’deki çıkarma plajı çok kısa bir değerlendirme sonucu seçilmişti. 100 metrelik sahile, etrafında meskûn alanlara ve yaklaşma rotaları üzerinde sığlık ve kayalıklara sahip olduğu göz önüne alınırsa, Amfibi Alayın çok kısa sürede sahile çıkması ve boşaltmayı gerçekleştirmesi, eğitim kadar yaratıcılık, pratik zekâ ve sebat etme gibi Türklere has özellikleri de ortaya koymuştur. Normal koşullarda böyle bir plajın seçilmesinde durum muhakemesi testleri uygulanmış olsaydı cevap “hayır” çıkardı. Ama sürpriz ve baskın uğruna bu riskler göze alınmış ve sahte bir konvoy Magosa’ya doğru yol alarak stratejik aldatma yaparken, Donanma Girne’ye rota vermiştir. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kayacan’ın Kıbrıs’a ilk çıkacak birliğin Amfibi Alay olmasında ısrarcı olması, müşterek harekâtın başlangıç safhasının başarısında çok etkili olmuştur. Sahile çoğu gemi kuru kapak atamamıştır, ancak bu durum yarı beline kadar suya girmek zorunda kalan deniz piyadelerimizi durduramamıştır.
Donanmanın vurucu unsurları olan muhripler, tam teşekküllü milli müşterek bir amfibi tatbikata önceden katılmamışlardır. Saatte azami 8 knots (14 km) ile ilerleyen 40 parçalık büyük ve dağınık, ağzına kadar cephane ve insan yüklü bir konvoyu çok boyutlu tehditlere karşı korumak son derece zordur. Benzer şekilde Mayın Filosu o tarihe kadar ön kuvvet harekâtı icra etmemiştir. Tüm bunlara rağmen harekât, TCG Kocatepe’nin kaybı hariç, Cumhuriyet Donanması için tam bir başarı olmuştur. Bu başarı başta ABD’de olmak üzere pek çok araştırmaya konu olmuştur.
Eğer çıkarma gemilerimiz ve amfibi alayın 20 Temmuz sabahı Yavuz plajına icra ettikleri harekât başarısız olsaydı, Kıbrıs’ta bir zafer mümkün olamazdı. Zira denizden sürekli ve emniyetli lojistik nakliyat olmadığı sürece, sadece hava indirme/uçar birlik harekâtı ve hava harekâtı ile zafer elde edilemezdi. Önemli olan, en kısa zamanda zırhlı birliklerin adaya intikal ettirilmiş olmasıydı. Bu da çıkarma gemileri sayesinde olmuştu. 20 Temmuz 1974 günü saat 13.00’da Girne/Yavuz plajında kıyı başının tutulması Anadolu’da oluşan gücü Kıbrıs’ta zafere taşımış, Lozan’dan sonra Türk halkına en büyük armağan olmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtı Cumhuriyet Donanmasının en büyük stratejik başarısıdır.
Devlet yönetimi ve devlet adamlığı
Bu krizde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ve Başbakan Bülent Ecevit ile Hükümet ortaklarının gerçek devlet adamı ciddiyeti ve sorumluluğunda davranarak harekatı ulusal çıkarlar merkezinde mükemmel yönetmeleri, TBMM ve Devletin tüm kurum ve kuruluşlarının bu davada tek yumruk olmaları, 15 Temmuz ile 20 Temmuz arasındaki kısacık beş güne jeopolitik kırılma yaratacak denizaşırı bir harekâtı sığdırabilmelerine olanak tanımıştır. Türkiye Cumhuriyetinin devlet hayatında bir krizin beş gün içinde ulusal zafere dönüştürülmesini bu harekâttan daha iyi anlatacak bir örnek yoktur.
Annan Planı
Diğer taraftan 23 Nisan 2004 tarihinde adada yapılan Annan Planı referandumunda Kıbrıslı Türklerin, Türkiye’deki AKP Hükümetinin telkin ve desteği ile kendi sonlarını getirecek plana “evet” demelerinin de tarihte örneği yoktur. Annan Planına Rumlar da onay verseydi, KKTC ve Türklerin bağımsız bir varlık olarak Doğu Akdeniz’de yaşaması artık olanaksız hale gelecekti. Diğer bir deyişle Türkler tarihlerinde ilk kez bağımsızlık mücadelesini terk ederek, anavatandan ve bağımsızlıktan kendi iradeleri ile vazgeçmiş olacaklardı. Bu sefer Türklere, plana hayır diyen Rumlar sayesinde “talih” yardım etti. Dileriz tekrarı yaşanmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder