Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
İstanbul’un
Eski Vapurları ve Deniz Kültürü
Deniz
kültürü bir devletin denizcileşmesinde en önemli rolü oynayan faktördür. Deniz
kültürü ne kadar köklü ve zenginse o devletin halkıyla birlikte denizcileşmesi
o kadar kolay olur. Bizim deniz kültürümüz içinde İstanbul’un şehir hatları
vapurları özel yere sahiptir. Kendimizi bilmeye başladığımız andan itibaren
çocukluk döneminde karşımıza çıkan vapurlar içimizdeki kaptanın uyandığı
sembollerdir. Çocukluğum Sarıyer’de geçtiğinden boğaz vapurları hayatımın
ayrılmaz parçasıydı. Sarıyer’e Kalender, Halas, Göztepe gibi kendi sınıflarının
en aristokrat görüntülü gemileri uğrardı. O gemilerin estetiği ve zarafetini
Şehir Hatları bir daha hiçbir sınıf gemi ile yakalayamadı. Onlar dinledikçe
daha da güzelleşen Beethoven veya Mozart’ın ölümsüz eserleri gibiydi. Baktıkça
daha da güzelleşen sanat eserlerine benzerlerdi. Hepsinin köprüüstünden makine
dairesine dolaşmadığım yeri yoktur. Bu arada ortaokula 1969 yılında Haydarpaşa
Lisesinde yatılı olarak başladığımda Beşiktaş – Üsküdar arasında Kocataş sınıfı
küçük vapurlara binerdim. Olağanüstü estetik görünüşlerinin yanı sıra, manevra
yetenekleri yüksek gemilerdi. Maket gibiydiler.
En Köklü Denizcilik Kurumlarından Biriydi. Şehir Hatlarının tarihi, denizcilik tarihinde
Deniz Kuvvetleri’nden sonra en eski olandır. Boğaz iskelelerine köprüden yolcu
nakliyatı imtiyazı padişahlık zamanında Şirket-i Hayriye adıyla özel sektöre
verilmişti. O zaman boğaza yol yapılmamıştı. Sık sık iskelelere vapur uğrar,
Köprü’den Kavak’lara kadar şirket vapurları nakliyatı sağlarmış. Suhulet ve
Sahilbent isimli iki küçük araba vapuru ile de Kabataş’la Üsküdar arası
tekerlekli araçların nakliyatı yapılırmış. Galatasaray adası şirketin kömür
deposuymuş. Erol isimli bir şilep,
Zonguldak’tan adaya kömür getirir, Boğaz vapurları da bu adadan kömür ikmalini
yaparmış. Kadıköy, Anadolu sahili,
Adalar ve sonra Yalova’ya Deniz Yollarına bağlı Şehir Hatları gemileri
çalışırmış. Bağdat, Basra, Halep gibi az su çeken yandan çarklı gemilerle Moda,
Kalamış, Suadiye ve Bostancı seferleri yapılırmış. Fransızlardan devir alınan
“Haliç şirketi” vapurlarıyla da Köprü’den Sütlüce ve Kâğıthane’ye yolcu
nakliyatı yapılırmış. Belediye bir ara kazançlı zannederek, Kadıköy – Adalar ve
Haliç gemilerini almış ve “Akay” şirketi ismi ile işletmeye başlamış ancak iki
sene zor dayanabilmiş, bakımsız bir vaziyete gelen gemileri tekrar Şirket-i
Hayriye’ye iade etmiş. Şirketi-Hayriye’nin son sahibi Necmettin Molla da
ölünce, mirasçılar şirketi Deniz Yollarına devretmiş. Haliç, Boğaz, Adalar hatları
birleştirilerek, “Şehir Hatları İşletmesi”
adı ile şehir içi yolcu taşımacılığına başlamış. 1938’de Almanya’dan Suat ve
Ülev gemileri, İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere’den on adet buharlı vapur
ile Fenerbahçe, Paşabahçe ve Dolmabahçe motorlu gemileri alındı.
Vapurlar Vahşi Kapitalizmin Kurbanı. Başlı başına bir deniz kültür unsuru olan Şehir
Hatları, ilerleyen yıllarda Türkiye’deki liberalleşme ve özelleştirme
dalgalarından payını aldı ve vahşi kapitalizmin kurbanı olarak İDO, İstanbul
Deniz Otobüsleri isimli şirketin içinde eridi gitti. İDO ile geleneksel şehir
hattı vapurculuğunun deniz kültürünün zarafetini temsil eden estetik ve
duygusal tüm unsurları yok edildi. İstanbul’da ilk kez deniz otobüsleri Mayıs
1987’de kullanılmaya başlandı. İlk görüşümden ve içine girişimden itibaren bu
gemileri sevememiştim. Bir gemi için, benim gibi birinin “sevmemek” kelimesini
kullanması, aslında çok üzücüydü. Ama bu gemileri, başta tanımlayıcı
isimlerinden olsa gerek, sevemedim. Denizci değillerdi. Deniz Otobüsü ne
demekti? Karadaki bir teknik çözüm denize uygulanmış, denizin kendi kültürüne
karadan yeni bir kültür ithal edilmişti.
Açık hava ile temas yoktu. Gözünüzü kaparsanız, havada, uçakta veya
karada bir otobüste olduğunuzu hissedebiliyordunuz. Denizin temiz havayla
birleşen kokusunu içinize çekemiyordunuz. Soluduğunuz hava, dâhili havalandırma
sistemlerinin filtrelerinden ve klima sistemlerinden geçtikten sonra yolcu kompartımanlarına
üfleniyordu. Bu ortamda, İstanbul halkının 1820’lerden bu yana alışmış olduğu,
Şehir Hatlarının klasik yolcu gemilerindeki taze çay, maun, makine dairesi ve
Boğaziçi ile Adaların kokusunun karışımını hayal bile edemiyordunuz. Martılar
dahi bu gemilere uğramıyordu. Korkuyorlardı. Her şey suni, plastik ve teknoloji
ürünüydü. Gemide ne İstanbul’un ne de denizciliğin romantizmi vardı.
Sanayileşmenin denizdeki en kötü örneği İstanbul’a hizmet diye sunuluyordu.
Görüntüleri İstanbul’un siluetini bozuyordu. Koltuklar THY’nin ekonomi sınıfını
andırıyordu. Çok yolcu almak uğruna konfor kurban edilmişti. Hâlbuki Halas veya
Kalender gibi dış görünümü ile eski gemiler örnek alınarak yüksek süratli,
manevrası güçlü gemiler inşa ettirilebilirdi. İsviçre’de Leman veya Como göllerinde,
İsveç’in Stockholm Limanı’nda yılların geleneklerine ve şehirlerin denizcilik
kültürlerine sadık kalınmış ve neredeyse 19’uncu yüzyıldan bu yana aynı tasarım
yolcu gemilerinin dış görünüşleri ile iç tasarımları aynen korunmuştu. Değişen
tek şey ileri teknoloji makine ve destek sistemleriydi. Bu sayede yüksek sürat
ve manevra yeteneği kazandırılmıştı.
Asıl olan Deniz Kültürüdür. Denizcilik sadece ekonomik veya askeri güç
değildir. Asıl güç kültürel boyutundan gelir. Toprak Gemi Anadolu’nun sahipleri
bu kültürü ne zaman kazanacak? Yerel seçimlerin yaklaştığı şu günlerde bir
hatırlatma yapalım. 1895 yılında İstanbul’da 35 bin kürekli sandal vardı.
Boğaziçi’nde hafta sonları Tarabya ve İstinye Koyları ile Göksu’da sandalları
ile deniz pikniğine gidenler yüzünden deniz görünmez olurdu. Demem o ki, 1895
yılında İstanbul halkının denize tutkunluğu bugünlerle kıyaslanamaz. O dönemde
deniz kültürü korunabilseydi, İstanbul halkı geleneksel Boğaziçi vapurlarının
yerini, çirkin deniz otobüsleri ile yolcu motorlarının almasına asla izin
vermezdi. Neymiş efendim, Türkiye’de her 75 kişiye bir tekne düşecek önlemler
alınıyormuş! (Halen 2300 kişiye bir tekne düşüyor) Siz önce İstanbul’da yaşayıp hayatında denizi hiç görmemiş insanları
denizle buluşturun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder