Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Kırım
ve Afganistan (ISAF) Sonrası NATO
NATO, 1989
sonunda Berlin duvarının yıkıldığı gün, Soğuk Savaş dönemini kansız bir zaferle
kapadı. Yeni dönemde üye ülkeler bu zaferin karşılığında savunma bütçelerinde
ciddi indirimlere gittiler. Ancak 1990 yazında Irak’ın ABD’nin teşviki ile
Kuveyt’i işgal etmesi, dengeleri tekrar bozdu ve müşterek ve birleşik koalisyon
savaşları dönemi başladı. NATO bu gelişmeler kapsamında kendine yeni görevler ararken,
stratejisini, kuvvet ve komuta yapısını sürekli değiştirdi. Zira eski “raison d’étre” ortadan kalkmıştı.
NATO ve Yugoslav İç Savaşı. Yugoslav iç
savaşı, soğuk savaşın zafer sarhoşluğunu üzerinden atamayan Avrupalıların büyük
zafiyetini ortaya çıkardı. Krizi ve insanlık ayıbını ne yönetebildiler ne de
önleyebildiler. Ne vizyon birliğine ne de gereken çevik kuvvetlere sahiptiler.
Bu boşluğu ABD, NATO’yu kullanarak doldurdu. 1992 yılında Kuzey Atlantik
Konseyi (NAC), NATO güçlerinin AGİT ve BM talep ettiği takdirde Barış Destek
Harekatlarında kullanılmasına onay verdi. Bunu, Bosna ve Kosova görevleri
izledi. Artık NATO’nun yaşamak ve gelişmek için gerekçeleri vardı. 1999 yılında
son 50 yıldır soğuk savaşta tek kurşun atmayan NATO, eski Yugoslavya’da ilk kez
ateş gücünü kullanmaya başladı. Bu ateş gücünün Kosova’da kullanılmasına
yönelik, BM Güvenlik Konseyinin verdiği bir yetki olmadığını not edelim.
NATO’nun
Belgrad’ı bombalamasından çok değil bir hafta önce 12 Mart 1999 günü Polonya,
Çek Cumhuriyeti ve Macaristan NATO’ya üye oldular. Böylece Sovyetlerin
dağılmasından sonra Rusya Federasyonu üst üste iki büyük jeopolitik yıkım
yaşamış oldu. NATO, Rusya’nın batı sınırlarına 500 km yaklaşmış, Balkanlardaki
en büyük müttefikini darmadağın etmişti. Buna rağmen NATO, Rusya’yı
yumuşatabilmişti. Yeltsin döneminde 1997 yılında imzalanan NATO-Rusya Konseyi kurucu
antlaşmasında, NATO’nun Rusya sınırlarına yakın bölgelerde yığınak yapmayacağı
ve büyük çaplı tatbikatlar icra etmeyeceğine dair güvence verilmişti.
İkiz Kuleler ve NATO. 11 Eylül 2001 saldırıları NATO’ya yeni hayat
alanı ile varoluş nedenleri sundu. Daha doğrusu ABD tarafından sunuldu. ABD, El
Kaide’yi ve özellikle onların sahip olduğunu değerlendirdiği kitle imha
silahlarını (özellikle nükleer) ele
geçirebilmek için, birkaç ay içinde Orta Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da
hemen hemen her ülkeye yerleşti. Putin’in Rusya’sı ve İran dahil pek çok ülke
ABD’nin terörle küresel savaşına destek verdi. Bu desteğin rüzgarını arkasına
alan NATO, 2004 yılında öyle bir genişledi ki NATO, Baltık Cumhuriyetleri
sayesinde artık Rusya ile karada; Romanya ve Bulgaristan ise Karadeniz’de
denizde komşu oldu.
11 Eylül şoku üye
ülkelerin savunma bütçelerinde artışa neden oldu. Ancak başlangıçta Afganistan’da
ABD’nin başlattığı OEF (Sürekli Özgürlük) harekâtına destek veren NATO’nun
Avrupalı üyeleri, ne olduysa 2003 yılında Irak’taki (Irak’a Özgürlük)
harekatına destek vermediler. (İngiltere, Polonya, İspanya, Danimarka ve
Portekiz hariç) Dolayısıyla NATO Irak’ın yağmalanmasında görev almadı. Bu durumdan
son derece rahatsız olan ve NATO’yu terörle küresel savaşa bir şekilde sokmayı hedefleyen
ABD, sonunda NATO’yu alan dışında, Afganistan’da ISAF (Uluslararası Güvenlik
Yardım Kuvveti) içinde görevlendirmeyi başardı. 2002 yılında NATO, Atlantik’i
terk ederek, Hindukuş dağlarına, Asya’nın kalbine girdi. 12 yıldır oradaydı.
Peki, soğuk savaş sonrası Yugoslavya ve ISAF dışında NATO’nun varoluşunu
destekleyecek başka faaliyet olmadı mı? Pek az oldu. Akdeniz’deki Etkin Çaba
ile Somali açıklarında Okyanus Kalkanı deniz harekâtları ile terörist ve deniz
haydudu aradılar. 2001 yılından bu yana devam eden Etkin Çaba bir tane bile
terörist yakalayamadı ama 2009’da başlayan Okyanus Kalkanı ile Somali’de pek
çok deniz haydudu yakaladılar.
Libya’daki Yıkım. Libya’yı da unutmayalım. NATO, 2011 baharında
Libya’ya sözde R2P (Koruma Sorumluluğu) adı altında BM yetkisi ile müdahil
oldu. Neticede NATO‘nun da desteği ile Libya’da bugün yaşanan kavga ve
karmaşanın temeli atıldı. Düşünün, demokrasi getirdik dedikleri ülkede
ayrılıkçı güçler Başbakanı bile kaçırıp sonra bırakabiliyor. Sözde özgürlük ve
demokrasiyi Libya’ya hediye eden ABD’nin Büyükelçisini teröristler öldürebiliyor.
Afganistan’da başarı yok. ABD ve NATO müttefikleri, 2014 sonuna kadar Afganistan’dan
çekiliyor. Geride somut tek bir başarı yok. İşin kötüsü NATO ve ABD’nin desteklediği
ve seçtirdiği Başkan Karzai, ABD ile ikili güvenlik antlaşması bile imzalamaya
yanaşmıyor. NATO’nun, Afganistan defterini kapadıktan sonra, yeni varoluş
gerekçesi ne olacak? İşte tam bu noktada Rusya Federasyonu’nun 18 Mart 2014
Kırım ilhakı karşımıza çıkıyor. NATO bu ilhak ile Afganistan sonrası kendine
yeni bir tehdit ve fırsat alanı bulmuş oldu. Büyük borç batağında, küçülen
savunma bütçesi ile asıl tehdit olarak algıladığı Çin için Pasifik’e yönelen,
ABD’de askeri endüstriyel yapının lobi grupları için Rusya hamlesi olağanüstü
yeni fırsatlar sunuyor. Bu grup, olumsuz ekonomik koşullara rağmen savunma
bütçesinde indirime karşı. Ayrıca yenilenen Rus tehdidi, isteksiz Avrupalı yeni
üye müttefikleri de kamçılayarak külfet paylaşımındaki paylarını artıracak.
Neticede tehdit ne kadar büyürse vizyon birliği o kadar güçlenir, savunma
bütçeleri de o kadar artar.
2010 yılında
Japonya’da katıldığım bir sempozyumda Japonlar, NATO’nun 2020’li yıllara kadar
Pasifik’e kadar genişlemesini tartışmışlardı. Sebebini sorunca, “sadece kendimiz için değil, NATO’nun da
hayatta kalmaya ihtiyacı var” demişlerdi.
Rusya Kışkırtılmamalıdır. Kırım/Ukrayna krizinde yaşananlarla, 2008
Gürcistan krizinde yaşananlar arasında hiç fark yoktur. Batı önce halkları
Rusya’ya karşı kışkırtıyor, sonra Rusya müdahale edince de “bak gördünüz mü” diyor. Şimdi,
Ukrayna’dan sonra benzer kışkırtmaları Baltık Cumhuriyetlerinde yapacaklardır. İşaretleri
vardır. NATO, kendine yeni tehdit yaratmak ve Afganistan’da bitirmek zorunda
kaldıkları savaş sonrası, Baltık Cumhuriyetleri üzerinden Avrupa’da Soğuk
Savaşı başlatmak için umalım ki yeni kışkırtmaları teşvik etmez. İsveç ve Finlandiya’yı
NATO üyeliğine zorlamaz. Umalım ki, Rusya NATO üyesi olan ve NATO toprağı kabul
edilen üç Baltık Cumhuriyetinde Kırım ve Gürcistan benzeri kışkırtmalara, aynı
şekilde cevap vermez.
Soma’daki maden
faciasında hayatını kaybeden işçi kardeşlerimize Tanrıdan rahmet, ailelerine
başsağlığı diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder