22 Eylül 2014 Pazartesi

Kıbrıs Çözüm Planı ve Deniz Çıkarlarımız

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Kıbrıs Çözüm Planı ve Deniz Çıkarlarımız
Tarihimizin acıklı bir dönemini yaşıyoruz. Devlet olmak, devletin jeopolitik çıkarlarını korumak ve geliştirmek demektir. Bunu sağlayamayan devletler, emperyalizmin oyuncağı lego benzeri tampon devletten öteye bir anlam taşımazlar. Kısa dönemli taktik çıkarlar ve hatta ilkel birikim uğruna uzun erimli stratejik çıkarlar miras yedi gibi kolayca harcanır. Ulus devlet, laik/seküler ve üniter yapı ile adalet sistemi gibi, devleti oluşturan temel taşlar, daha dün kurulmuş bir Afrika kabile devletinde bile görülmeyecek şekilde bir köşeden diğerine savrulur durur.  Sözde en yakın müttefikimizin koruması altındaki bir cemaat, “altın nesil” iddiası ile sadece 90 yıllık cumhuriyet birikimini değil, Anadolu topraklarındaki 1000 yıllık toplumsal sözleşmeyi yok sayarak, kardeşi kardeşe, babayı oğula, komşuyu komşuya düşman eder. Toprak gemi Anadolu’nun gözbebeği Donanmasının sırtına emperyalizmin hançerini sinsice saplayabilir ve tüm bunları “hizmet “olarak tanımlayabilir. Bu hizmete onay ve destek veren hükümet, muhalefet, parlamento, işadamları ve medya, velhasıl tüm kurum ve kuruluşlarımızla “yetmez ama evetçi” seçkinlerimizi emperyalizm ne kadar kutsasa ve kutlasa azdır. Dünya tarihinde kendi jeopolitik kaderini başka başkentlerde çizdiren ve bunu sevinçle onaylatan örnekler çok sık yer almazlar. Evet, gelecek kuşakların 21’inci yüzyıl başındaki Anadolu nesillerini nasıl anacaklarının yeterli ipuçlarını verdim sanırım.
Kıbrıs’ta Çözüm Aldatmacası. Yukarıdaki karanlık konjonktürde Kıbrıs’ta çözüm aldatmacası ile yeniden karşı karşıyayız. Annan Planı rezaletinden sonra, adadaki Türkleri AB’nin dolayısı ile Rumların paryası konumuna sokacak, Kıbrıs kuzeyini Anadolu’dan koparacak yeni planın ortaya çıkış zamanlaması dikkat çekiyor. İnsan istemeden tarihten örnekler arıyor. 93 Harbinde Yeşilköy’e dayanan Rus ordusundan kurtulmak için Boğazları İngiliz Donanmasına açan II. Abdülhamit’in, bu iyiliğinin karşılığında İngilizlere Kıbrıs’ı vermesi akla geliyor. Ya da 12 Eylül cuntasının Avrupa Kamuoyuna şirinlik uğruna, “Rogers Planı” aldatmacası ile Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına -Türkiye’nin Ege’de hayati çıkarlarının kaybı pahasına -  dönüşüne izin vermesi kendini hatırlatıyor. İçerde sıkışan iktidarlar emperyalizme taviz verirler. Yeni planı BM yönetiyor görünse de asıl enerji, Annan Planının aksine AB tarafından değil ABD tarafından temin ediliyor.
Dünya çapında güvenilir arabulucu (honest broker) konumundan her geçen gün hızla uzaklaşan; ordu ve donanması küçülen; Atlantik ve Akdeniz’den Pasifik Okyanusu’na eksen kayması yaşayan ABD’nin acelesi vardır.  ABD, Kıbrıs’ta küresel sistemin çözümünü dayatmak için, bundan daha iyi bir fırsat bulamayacağının bilincindedir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs ekonomik iflasın eşiğinden dönmüştür. Her ikisi de yoğun bakımdadır. Öyle ki, kapitalizmin kalesi AB,  Güney Kıbrıs’taki özel mevduat hesaplarının bir kısmına 2012 sonunda resmen el koyabilmiştir. Yunanistan’daki ekonomik kriz, kitlesel trajediler yaratmaya devam etmektedir. Türkiye’de “hizmet” mamulü kumpaslar sayesinde başta donanma olmak üzere silahlı kuvvetler, kâğıttan kaplana dönmüştür. Hükümet, bırakalım KKTC’nin bağımsız geleceğini, 17 Aralık sonrası kendi geleceğinin derdine düşmüştür.  
AB denizde jeopolitik hedeflerine erişti. Gelelim, AB’nin son 10 yıldaki kazanımlarına. AB, 2004 yılında GKRY’nin ilan ettiği MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) ile jeopolitik perspektifte doğuda en uç sınırlarına erişmiştir. Böylece Doğu Akdeniz’deki zengin doğal gaz ve petrol kaynaklarının sahibi olmuştur. Güney Kıbrıs, bazıları uluslararası hukuka aykırı şekilde, hemen hemen tüm deniz yetki alanları ve denizcilikle ilgili yasaları da AB adına son 10 yılda ilan etmiş ve uygulamaya sokmuştur. Rumlar, Annan planı hazırlanırken denizcilik ve deniz yetki alanları konusunda son derece hızlı çalıştılar. Referandum öncesi Münhasır Ekonomik Bölge ve Bitişik Bölge ilan ettiler. Daha sonra Mısır ve İsrail ile MEB deniz sınırları antlaşmalarını tamamladılar. KKTC, söz konusu antlaşmalar ve hukuki enstrümanlar yürürlükte olduğu sürece, yeni çözüm süreci görüşmelerinde masaya baştan yenik olarak oturacaktır.
Donanma Afrika’da. Bu arada çevre denizlerde, deniz çıkarlarımızın yegâne koruyucusu olması gereken, ancak kumpas davalar sonunda ulusal çıkar odaklı strateji üretme yeteneğini kaybeden donanma, Türk Hava Yollarının Afrika açılımından sonra 4 savaş gemisi ile Afrika turuna çıkıyor. ABD tavsiyesi üzerine, Gine Körfezinde deniz haydutları ile mücadele edilecek. Ne diyelim. Çevremizde jeopolitik çıkarlarımız paramparça edilirken, dünya barışına katkı amacıyla alınan bu stratejik deha örneği karara, şapka çıkaralım.  Bu arada liman ziyaretleri sırasında Afrika ülkelerindeki Türk okullarını ziyaret etmelerini de tavsiye edelim. Malum “Hizmette” sınır yoktur.
Denizden uzaklaşıyoruz. Türkiye’nin garantörlük hakları, Maraş’ın statüsü ve adadaki askeri varlığını yok edecek karadaki pazarlıklar öne çıkarken, deniz körü Türkiye ve KKTC, Doğu Akdeniz’de denizlerden daha da uzaklaştırılacaktır. Örneğin KKTC ve Türkiye masaya oturma şartı olarak neden Rumların MEB ilanı ile Mısır ve İsrail ile yapılan MEB antlaşmalarının iptalini istemiyor?  Türkiye’yi Meis ve Rodos adalarını bahane ederek Antalya Körfezine hapseden AB ve ABD’den bu süreçte tavır değişikliği mi bekliyorsunuz? Çok beklersiniz. Ne acı, yandaş ve “hizmet” medyasını geçelim, ana akım medya Türkiye’nin ve KKTC’nin jeopolitik çıkarlarını anlamaktan aciz kısa dönem ekonomik fırsatlara odaklanmış, Türk enerji sektörünün sevinç çığlıklarına ortak oluyor. Neymiş efendim, İsrail’in ve Rumların gazını Anadolu’ya Türkler taşıyacakmış. Duyan gazın sahibi Türkler sanır. İsrail’in Delek, Amerikalıların Noble Energy firmalarının taşeron taşıyıcıları olmaya ne kadar da istekliymişiz.  
Rumların hizmetkârları. Bu yazıyı tarihten bir alıntı ile bitirelim. Kırım Savaşında Müşavir Paşalık yapan İngiliz Amiral Slade, 1829-31 yılları arasında II. Mahmut döneminde genç bir yüzbaşı iken İstanbul’a gelmişti. Boğaziçi’nde gezerken şu gözlemde bulunmuştu ( Osman Öndeş, Kapdan Paşa, Adolphus Slade, Boğaziçi Yayınları):
 “Rumlar, Türkler tarafından reaya bilinedursun, İstanbul’da bir Rum dilenci göremezsiniz. Hâlbuki Boğaziçi’nde Akıntı burnunda, Arnavutköy kıyılarında pejmürde kılıklı, ellerinde iplerle sıra sıra bekleşen bir sürü insan size seslenir. Bunların hepsi Türk’tür. Sandalınızı akıntılı sahada karadan omuzlayıp çekerek bir ekmek parası kazanmayı hayal ederler.  Böylece sabahtan akşama kadar zengin Rumların istihza ile süzdüğü Türkler, işlemeli nadide kayıklarına omuz verir, akıntıyı aşırtırlar. Rumların, Türklerden bir çeşit intikam alma usulüdür bu!
Ne dersiniz, sosyogenetik kodlar, 200 yılda değişmemekte ısrar mı ediyor?



   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder