Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Kıbrıs Çözüm Planı ve Deniz Çıkarlarımız
Tarihimizin
acıklı bir dönemini yaşıyoruz. Devlet olmak, devletin jeopolitik çıkarlarını
korumak ve geliştirmek demektir. Bunu sağlayamayan devletler, emperyalizmin
oyuncağı lego benzeri tampon devletten öteye bir anlam taşımazlar. Kısa dönemli
taktik çıkarlar ve hatta ilkel birikim uğruna uzun erimli stratejik çıkarlar
miras yedi gibi kolayca harcanır. Ulus devlet, laik/seküler ve üniter yapı ile
adalet sistemi gibi, devleti oluşturan temel taşlar, daha dün kurulmuş bir
Afrika kabile devletinde bile görülmeyecek şekilde bir köşeden diğerine
savrulur durur. Sözde en yakın
müttefikimizin koruması altındaki bir cemaat, “altın nesil” iddiası ile sadece 90 yıllık cumhuriyet birikimini
değil, Anadolu topraklarındaki 1000 yıllık toplumsal sözleşmeyi yok sayarak,
kardeşi kardeşe, babayı oğula, komşuyu komşuya düşman eder. Toprak gemi
Anadolu’nun gözbebeği Donanmasının sırtına emperyalizmin hançerini sinsice
saplayabilir ve tüm bunları “hizmet “olarak
tanımlayabilir. Bu hizmete onay ve destek veren hükümet, muhalefet, parlamento,
işadamları ve medya, velhasıl tüm kurum ve kuruluşlarımızla “yetmez ama evetçi” seçkinlerimizi
emperyalizm ne kadar kutsasa ve kutlasa azdır. Dünya tarihinde kendi jeopolitik
kaderini başka başkentlerde çizdiren ve bunu sevinçle onaylatan örnekler çok
sık yer almazlar. Evet, gelecek kuşakların 21’inci yüzyıl başındaki Anadolu
nesillerini nasıl anacaklarının yeterli ipuçlarını verdim sanırım.
Kıbrıs’ta Çözüm Aldatmacası. Yukarıdaki
karanlık konjonktürde Kıbrıs’ta çözüm aldatmacası ile yeniden karşı karşıyayız.
Annan Planı rezaletinden sonra, adadaki Türkleri AB’nin dolayısı ile Rumların
paryası konumuna sokacak, Kıbrıs kuzeyini Anadolu’dan koparacak yeni planın
ortaya çıkış zamanlaması dikkat çekiyor. İnsan istemeden tarihten örnekler
arıyor. 93 Harbinde Yeşilköy’e dayanan Rus ordusundan kurtulmak için Boğazları
İngiliz Donanmasına açan II. Abdülhamit’in, bu iyiliğinin karşılığında İngilizlere
Kıbrıs’ı vermesi akla geliyor. Ya da 12 Eylül cuntasının Avrupa Kamuoyuna
şirinlik uğruna, “Rogers Planı”
aldatmacası ile Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına -Türkiye’nin Ege’de
hayati çıkarlarının kaybı pahasına -
dönüşüne izin vermesi kendini hatırlatıyor. İçerde sıkışan iktidarlar
emperyalizme taviz verirler. Yeni planı BM yönetiyor görünse de asıl enerji,
Annan Planının aksine AB tarafından değil ABD tarafından temin ediliyor.
Dünya çapında güvenilir
arabulucu (honest broker) konumundan her geçen gün hızla uzaklaşan; ordu ve
donanması küçülen; Atlantik ve Akdeniz’den Pasifik Okyanusu’na eksen kayması
yaşayan ABD’nin acelesi vardır. ABD,
Kıbrıs’ta küresel sistemin çözümünü dayatmak için, bundan daha iyi bir fırsat
bulamayacağının bilincindedir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs ekonomik iflasın
eşiğinden dönmüştür. Her ikisi de yoğun bakımdadır. Öyle ki, kapitalizmin
kalesi AB, Güney Kıbrıs’taki özel
mevduat hesaplarının bir kısmına 2012 sonunda resmen el koyabilmiştir. Yunanistan’daki
ekonomik kriz, kitlesel trajediler yaratmaya devam etmektedir. Türkiye’de “hizmet” mamulü kumpaslar sayesinde
başta donanma olmak üzere silahlı kuvvetler, kâğıttan kaplana dönmüştür.
Hükümet, bırakalım KKTC’nin bağımsız geleceğini, 17 Aralık sonrası kendi
geleceğinin derdine düşmüştür.
AB denizde jeopolitik hedeflerine erişti. Gelelim, AB’nin
son 10 yıldaki kazanımlarına. AB, 2004 yılında GKRY’nin ilan ettiği MEB
(Münhasır Ekonomik Bölge) ile jeopolitik perspektifte doğuda en uç sınırlarına
erişmiştir. Böylece Doğu Akdeniz’deki zengin doğal gaz ve petrol kaynaklarının
sahibi olmuştur. Güney Kıbrıs, bazıları uluslararası hukuka aykırı şekilde,
hemen hemen tüm deniz yetki alanları ve denizcilikle ilgili yasaları da AB
adına son 10 yılda ilan etmiş ve uygulamaya sokmuştur. Rumlar, Annan planı
hazırlanırken denizcilik ve deniz yetki alanları konusunda son derece hızlı
çalıştılar. Referandum öncesi Münhasır Ekonomik Bölge ve Bitişik Bölge ilan
ettiler. Daha sonra Mısır ve İsrail ile MEB deniz sınırları antlaşmalarını
tamamladılar. KKTC, söz konusu antlaşmalar ve hukuki enstrümanlar yürürlükte
olduğu sürece, yeni çözüm süreci görüşmelerinde masaya baştan yenik olarak oturacaktır.
Donanma Afrika’da. Bu arada çevre denizlerde, deniz
çıkarlarımızın yegâne koruyucusu olması gereken, ancak kumpas davalar sonunda
ulusal çıkar odaklı strateji üretme yeteneğini kaybeden donanma, Türk Hava
Yollarının Afrika açılımından sonra 4 savaş gemisi ile Afrika turuna çıkıyor.
ABD tavsiyesi üzerine, Gine Körfezinde deniz haydutları ile mücadele edilecek. Ne
diyelim. Çevremizde jeopolitik çıkarlarımız paramparça edilirken, dünya
barışına katkı amacıyla alınan bu stratejik deha örneği karara, şapka
çıkaralım. Bu arada liman ziyaretleri
sırasında Afrika ülkelerindeki Türk okullarını ziyaret etmelerini de tavsiye
edelim. Malum “Hizmette” sınır
yoktur.
Denizden uzaklaşıyoruz. Türkiye’nin garantörlük hakları, Maraş’ın
statüsü ve adadaki askeri varlığını yok edecek karadaki pazarlıklar öne
çıkarken, deniz körü Türkiye ve KKTC, Doğu Akdeniz’de denizlerden daha da uzaklaştırılacaktır.
Örneğin KKTC ve Türkiye masaya oturma şartı olarak neden Rumların MEB ilanı ile
Mısır ve İsrail ile yapılan MEB antlaşmalarının iptalini istemiyor? Türkiye’yi Meis ve Rodos adalarını bahane
ederek Antalya Körfezine hapseden AB ve ABD’den bu süreçte tavır değişikliği mi
bekliyorsunuz? Çok beklersiniz. Ne acı, yandaş ve “hizmet” medyasını geçelim, ana akım medya Türkiye’nin ve KKTC’nin
jeopolitik çıkarlarını anlamaktan aciz kısa dönem ekonomik fırsatlara
odaklanmış, Türk enerji sektörünün sevinç çığlıklarına ortak oluyor. Neymiş efendim,
İsrail’in ve Rumların gazını Anadolu’ya Türkler taşıyacakmış. Duyan gazın
sahibi Türkler sanır. İsrail’in Delek, Amerikalıların Noble Energy firmalarının
taşeron taşıyıcıları olmaya ne kadar da istekliymişiz.
Rumların hizmetkârları. Bu yazıyı tarihten bir
alıntı ile bitirelim. Kırım Savaşında Müşavir Paşalık yapan İngiliz Amiral
Slade, 1829-31 yılları arasında II. Mahmut döneminde genç bir yüzbaşı iken
İstanbul’a gelmişti. Boğaziçi’nde gezerken şu gözlemde bulunmuştu ( Osman
Öndeş, Kapdan Paşa, Adolphus Slade, Boğaziçi Yayınları):
“Rumlar, Türkler tarafından reaya
bilinedursun, İstanbul’da bir Rum dilenci göremezsiniz. Hâlbuki Boğaziçi’nde
Akıntı burnunda, Arnavutköy kıyılarında pejmürde kılıklı, ellerinde iplerle
sıra sıra bekleşen bir sürü insan size seslenir. Bunların hepsi Türk’tür.
Sandalınızı akıntılı sahada karadan omuzlayıp çekerek bir ekmek parası
kazanmayı hayal ederler. Böylece
sabahtan akşama kadar zengin Rumların istihza ile süzdüğü Türkler, işlemeli
nadide kayıklarına omuz verir, akıntıyı aşırtırlar. Rumların, Türklerden bir
çeşit intikam alma usulüdür bu!”
Ne dersiniz,
sosyogenetik kodlar, 200 yılda değişmemekte ısrar mı ediyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder