Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Ukrayna
ve Karadeniz Deniz Güvenliği
Karadeniz,
asırlardır her sahildarına değişik özelliklerde bir güvenlik perspektifi
sunmuştur. Balkan, Kırım, Anadolu yarımadaları ile Kafkaslar bölgesi arasındaki
bu deniz, Avrasya’nın deniz kalpgâhını (maritime heartland) oluşturuyor. Türk
Boğazları ile Almanya’ya kadar uzanan Tuna nehri ulaştırma sistemi ve bölgedeki
Rusya ve Ukrayna’ya ait iç suyolları Karadeniz’e ayrı stratejik önem
yüklemektedir.
Montreux Sözleşmesi büyük bir güvencedir. Karadeniz
jeopolitiğinde, şüphesiz en önemli enstrüman, 1936 tarihli Montreux Sözleşmesidir.
Sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenlemekle kalmayan, aynı zamanda
Karadeniz’de deniz güvenlik rejimi tesis eden Montreux Sözleşmesi bugüne kadar
İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve 11 Eylül 2001’e kadar devam eden Soğuk Barış
dönemi ile 2001 sonrası ABD güdümündeki terörle mücadele dönemini başarıyla
atlatmıştır. Son olarak, Montreux Sözleşmesinin hükümlerine hassasiyetle uyan
Türkiye’nin soğukkanlı diplomasi sayesinde, 2008 yazında yaşanan
Gürcistan-Rusya krizinde, denizde bir çatışma ve tırmanma yaşanmamıştır. Cumhuriyet dönemi boyunca, son 4 yıl öncesine
kadar Türk dış politikasının temelini iyi komşuluk ve bölgesel işbirliği
prensipleri teşkil etti. Türkiye, Boğazlar üzerine 1945 ve 1946 Sovyet
notalarına rağmen Soğuk Savaş dönemi boyunca karşı ittifak grubunda olmakla
birlikte Montreux Sözleşmesini titizlikle uyguladı. Karadeniz’de hiçbir zaman
tırmanmaya yol açacak, istismar yaratacak oldubittilere izin vermedi. Türkiye
böylece Karadeniz’in askeri yayılma açısından Basra Körfezi veya Doğu Akdeniz’e
dönüşmesini önleyebildi.
Dengeli Dış Politika. Türkiye’nin
NATO üyesi olmasına rağmen soğuk savaş döneminde, Karadeniz’de NATO tatbikatına
izin vermemesi onun güvenilir arabulucu (honest broker) rolünü daha da güçlendirdi.
Bu güven duygusu, 2001 yılında Türk Deniz Kuvvetlerinin girişimi ile başlatılan
Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR)’un altı sahildar ile
başarılı bir şekilde kurulmasını sağladı.
ABD’nin baskıları. ABD’nin
soğuk savaş sonrası ve özellikle 11 Eylül sonrası dönemde, NATO’nun
Karadeniz’de sürekli operatif kimliği ile varlık gösterme girişimleri, 2004-5
yıllarında zirve yaptı. Akdeniz’de süren NATO’nun Etkin Çaba (Active Endevaour)
Harekatını Karadeniz’e genişletmek üzere Türkiye üzerinde baskı uygulandı.
Türkiye, bu baskılara BLACKSEAFOR’un dönüşümü ve Karadeniz Uyumu Harekatı (KUH)
ile cevap verdi. Her iki girişime 2004
yılında açık katılım daveti yapan Türkiye’ye ilk müspet cevap veren ülke, çok
ilginçtir, turuncu devrim döneminde NATO yanlısı Yuschenko yönetimine rağmen, Ukrayna
oldu. Arkası geldi. Rusya ve Romanya da daha sonra KUH’a katılma kararı aldılar.
Böylece NATO Etkin Çaba Harekâtının Karadeniz’e çıkışı engellenmiş oldu. (Tabi,
saydığım bu girişimleri başlatan ve uygulayan Amirallerin istisnasız hepsinin
Silivri’de üç yıldır tutsak olduklarını da ekleyelim.)
Denge
unsuru Ukrayna. Türkiye için son
on yılda Karadeniz’de deniz güvenliği alanındaki en önemli denge unsuru Ukrayna
olmuştur. Bir taraftan NATO ve AB’ye girmiş olmanın dayanılmaz hafifliği
içindeki Romanya ve Bulgaristan ile onların dümen suyundaki Gürcistan; diğer
taraftan NATO ve AB tarafından kuşatılmışlık endişesi içindeki Rusya
Federasyonu arasındaki dengeyi, Türkiye ve Ukrayna’nın sağladığını bu konularda
yıllarca emek harcamış bir Amiral olarak söyleyebilirim. Türkiye’nin
BLACKSEAFOR ve KUH girişimleri dışında 2006 yılında başlatılan “Karadeniz Sahildar Ülkeler Sahil Güvenlik
İşbirliği Forumu”na da en büyük desteği Ukrayna vermiştir.
Ukrayna’nın büyük başarısı. Diğer
taraftan Ukrayna liderliğinde 1993 yılında başlatılan, AGİT (Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilatı) kapsamında, Karadeniz’de Deniz Kuvvetleri Alanında Güven
ve Güvenlik Artırıcı Önlemler girişimi 2002 yılında altı sahildar tarafından
onaylandı ve yürürlüğe girdi. Bu şekilde dünyada ilk kez Deniz Kuvvetleri arasında
karşılıklı tatbikat bildirimlerini, üs ziyaretlerini, gözlemci
görevlendirmeleri ve daha birçok güven ve güvenlik artırıcı önlemleri içeren
bir rejim, tüm dünyaya örnek olacak şekilde Karadeniz’de uygulanmaya başlandı. ABD,
Ukrayna üzerinden bu girişimi önlemeye çok çalıştı. Zira dünyanın en büyük
deniz kuvvetinin sahibi olarak, kendisini sınırlamaya sokabilecek her türlü
girişime karşı çıkmayı, jeopolitik bir gereksinim olarak algılıyor. Montreux
rejimi ile zaten kısıtlı bir alan olan Karadeniz’de ikinci bir rejimin
uygulanması, çıkarları ile örtüşmediği gibi, böylesine bir rejim dünyanın diğer
sahildarları arasında uygulanmaya da mükemmel bir örnek teşkil ediyor. Ancak
Ukrayna, bu girişimden vaz geçmedi ve başardı.
Son 12 yıldır, bu rejim sahildarlar arasında başarı ile uygulanıyor.
Ukrayna Finlandiyalaşmalıdır. Ukrayna,
zor günler geçiriyor. Ancak ülkede karada yaşanan krizin, deniz güvenliğine
yansıma olasılığı çok düşüktür. Rusya Federasyonu’nun ekonomik, tarihsel,
jeopolitik, sosyal ve kültürel etki alanı içinde yaşamanın ve karşılıklı
uzlaşma seçeneklerinin varlığı Ukrayna tarihinde ispatlıdır. Tanıdığım pek çok
Rus Amiral ve denizci ya Ukrayna kökenli, ya da Ukraynalı eşe sahipti.
İlişkileri ABD ve Britanya akrabalığına çok benziyor. Dilerim, Ukrayna küresel
egemenlerin demokrasi aldatmacası ile bir bölünme sürecini yaşamaz. Bu arada
Beyaz Zambaklar Ülkesi Finlandiya’dan ders almalarını önerebiliriz. Finlandiya
hala NATO’ya üye olmadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder